Sultan Melikşah’ın Feodal Yönetim Anlayışı (Nedenleri-Uygulamaları-Sonuçları)
Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Konya/TÜRKİYE https://ror.org/045hgzm75
Anahtar Kelimeler: Sultan Melikşah, Feodal Anlayış, Emîrü’l-ümerâ Osman, Savtegin, Tutuş, Gevherâyin, Fahrüddevle, Merkezî Yönetim.
Özet
Büyük Selçuklu Devleti’nde kuruluştan itibaren bazı hanedan üyelerine birtakım feodal haklar verilmesi söz konusudur. 1040 yılındaki Dandanakan Zaferi’nden hemen sonra toplanan Merv Kurultayı’nda alınan ortak karar gereği bu haklar sınırlı sayıda hanedan üyesine verilmiştir. Ancak Sultan Alp Arslan değişikliğe gitmek suretiyle daha çok hanedan mensubuna bazı toprakları iktâ ederek onlara yönetim hakkı tanımıştır. Tuğrul Bey’den farklı bir şekilde oluşturulan bu sistemde Sultan Alp Arslan’ın iktâ ettiği toprağı geri alma hakkı bulunurken, hanedan üyeleri de sultan adına buraları yönetmekle yükümlüydü. Bu karar hukuki hakları ellerinden alınan İbrâhim Yinal ve Kutalmış isyanlarından çıkarılan derslerin bir neticesidir. Sultan Melikşah ise farklı bir uygulamaya giderek feodal anlayışın sınırlarını oldukça genişletmiştir. Hanedan azaları yanında, hanedandan olmayan bazı önde gelen komutanlara hatta yabancı devlet adamlarına feodal haklar vermiştir. Melikşah’ın oluşturduğu sistemde böyle bir yeniliğe gitmesinin askerî, siyasi, coğrafi vb. nedenleri bulunmaktadır. Bu dönemde bir taraftan fetihleri devam ettirme, diğer taraftan fethedilen merkezden uzak bölgelerde devletin otoritesini hissettirerek asayişi sağlama, aynı zamanda devleti şanına yaraşır bir şekilde temsil etme düşüncesi, merkezî otoriteyi dolaylı olarak yerinde güçlendirme politikası temelinde feodal anlayış uygulamalarının genişletilmesine neden olmuştur. Sultan Melikşah, hanedan üyelerinin dışında önde gelen Savtegin ve Gevherâyin gibi bazı emîrlere iktâ ettiği topraklarda feodal haklar verirken, bu hakları Fahrüddevle gibi hanedandan ve askerî zümreden olmayan bir yabancıya da tanıması, o dönemde içinde bulunulan şartların gereğidir. Sultan Melikşah onlara çetr taşımak, kapısının önünde nevbet çaldırmak, kendi adından sonra adlarını hutbelerde okutmak gibi sınırlı hâkimiyet alametlerini kullanma hakkını da vermiştir.