GİRİŞ
Buharlı makinelerin[1] icadından önce, gemiler yelkenle hareket ederler[2] , hava şartlarının müsait olmadığı zamanlarda ise kürekle yürütülürdü. Bu dönemde donanmaya sahip her devlette olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de kürekçiye ihtiyaç hâsıl olmuştur. Osmanlı donanmasında kürekçiye duyulan bu ihtiyaç üç şekilde karşılanmıştır. Bunlardan ilki, forsa denilen kürekçiler olup, savaşta alınan esirlerdi[3]. İkincisi devletin kendi tebaasından genellikle yirmi hanede bir olmak üzere donanma için kürekçi almasıydı[4] . Geri kalan on dokuz hane bu kürekçinin altı aylık iaşesini temin için avarız adı altında vergi verirlerdi[5]. Bu rakam devletin içinde bulunduğu duruma göre bazen yedi haneden bir şeklinde de olmuştur[6]. Arşiv kayıtlarından sadece reayadan değil, esnaftan da kürekçiler için vergi[7] alındığı, hatta esnaftan sadece vergi değil kürekçi de temin edildiği anlaşılmaktadır[8]. Alınan bu paralar kürekçilere maaş olarak verilmekteydi. Bazı durumlarda ise kürekçi alınmayan yerlerden bunun bedeli alınmaktaydı[9] veya aynı yerden hem kürekçi hem de avarız vergisi istenmekteydi[10]. Kürekçilere verilen maaş sadece vergilerden değil, bazen kişilerin vasiyetnamelerinden de karşılanmakta idi[11]. Kürekçi temini için başvurulan son yöntem de suç işleyen Osmanlı tebaasına kürek çekme cezası verilmesi idi[12].
Çalışmanın konusunu, işlenmiş olan bir suçun karşılığı olarak verilen kürek cezası oluşturmaktadır. Araştırılan dönem ise klasik dönem olarak adlandırılan Osmanlı Devletininin kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar olan kısmıdır. Bu çerçevede kanunname hükümleri, Mühimme Defterleri, Şer‘iye Sicilleri, Ahkam Defterleri ve ilgili görülen literatür taranmıştır. Konuyla ilgili olarak Mehmet İpşirli’nin 1982 senesinde kaleme aldığı “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezasıyla İlgili Hükümler” adlı makale mevcuttur.[13] Bu değerli eser, sadece 16’ıncı yüzyılın ikinci yarısını kapsamakta ve salt belirli bir katolagdaki hükümlerden yola çıkarak hazırlanmıştır[14]. Biz ise daha geniş bir zaman dilimi içinde ve tek bir katolaga bağlı kalmadan, biraz önce belirtilen çeşitli vesikaları da dikkate alarak değerlendirmede bulunduk. Ayrıca belirtmek gerekir ki mezkûr makalenin yazımı üzerinden onlarca yıl geçmiş ve bilim dünyasına yeni vesikalar, görüşler sunulmuştur. Çalışmamızda bu vesika ve görüşlere de yer verilmiştir. Makelemizi farklı kılan diğer hususta, konunun ele alınış tarzıdır: Kürek cezası, hukuki perspektiften incelenmiştir.
Bu çalışma ile bahse konu dönemde kürek cezasının hukuki niteliği belirlenmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi İslam Osmanlı Hukukunda cezalar çeşitli tasniflere konu olmuştur. Bunlar içindeki en önemlisi ve bilineni tıpkı suçlarda olduğu gibi had, kısas ve tazir ayırımıdır. Kürek cezası, had ve/veya kısas diyet cezası değildir. Zira bu cezanın miktar ve keyfiyeti nassla belirlenmemiştir. Mezkûr cezasının bu kategori içerisinde yer alan tazir cezaları arasında yer alıp almadığı çalışmada incelenmiştir. İslam Osmanlı ceza hukukunda cezalar aralarında bulunan irtibata göre tekmili, tebei, aslî cezalar olarak sınıflandırılmıştır. Bu bağlamda anılan cezanın tekmili, asli, tebeî ceza olup olmadığı tahlil edilmiştir. Cezaları tasnif eden bir başka kriter de cezanın tatbik yeridir. Buna göre cezalar, hürriyet kısıtlayıcı, nefsi ve bedeni ceza olarak üçe ayrılmaktadır. Çalışmada kürek cezası bu kategoriye göre de değerlendirilmiştir. Keza kürek cezasının şiddeti, yani diğer cezalara nazaran hangi seviyede yer aldığı belirlenmiştir. Cezaların kanuniliği, genelliği, şahsiliği ve sübjektifliği kürek cezası açısından değerlendirilmiştir. Bu cezanın hangi amaç ile ne tür suçlara uygulandığı da incelenen bir başka başlık olmuştur. Cezaya hükmetme veya cezanın infazında söz sahibi olan kamu görevlileri üzerinde de durulmuştur.
Tanımı ve Ortaya Çıkışı
Araştırmalarda kürek cezası, hapis cezasının Osmanlı donanmasında kürek çektirilerek uygulanması olarak tanımlanmıştır[15]. Bir başka tanıma göre kürek cezası, Tanzimat’tan önce ve yelkencilik devirlerinde işledikleri ağır suçlardan dolayı savaş gemilerinde[16] kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilme cezasıdır[17]. O halde kürek cezası, hapis cezasının nitelikli halidir. Hapis cezası ise suç isnadı ve yargılama sonucu mahkeme tarafından verilmiş hapis kararının infazı şeklinde kişi özgürlüğünün kısıtlanması olarak tanımlanmıştır[18]. Gerçekten, bir geminin belirli bir bölümde kalmak ve o bölümden dışarı çıkarılmamak, mahkûmun özgürlüğünü kısıtladığı için hapis statüsündedir. Arşiv kayıtları da kürek cezasının özde hapis cezası olduğunu göstermektedir[19].
Kürek cezasını nitelikli kılan husus ise, mahkûmun sadece özgürlüğünün kısıtlanmaması aynı zamanda ona kürek çekmek gibi ağır bir hizmet ifası yüklenmesidir. Klasik dönemde kürek cezasına mahkûm olmuş bir kişiye yüklenen hizmet, gemilerin hareket etmesi, yön değiştirmesi veya durdurulması için kürek çekmesidir. Cezanın bu özelliği, ismiyle o denli bağdaştırılmıştır ki, Tanzimat sonrası çıkan ceza kanunnamelerinde ağır işlerde çalıştırma cezası yine kürek cezası ifadesiyle kullanılmıştır[20].
Kürek cezasının, nefy cezasının nitelikli bir versiyonu olduğu yönünde literatürde yeni fikirler ileri sürülmektedir[21]. Bizce bu fikre katılmak mümkün değildir. Zira sürgün cezasının özünü, mahkûmun sürgün olduğu yere gitmesi oluşturmaktadır. Kürek cezasında ise mahkûmun gemide bulunuyor olmasının amacı, yerleşik olduğu mahalden uzaklaştırılmak değil; gemide çok ağır vazife yerine getirmektir.
Kürek cezasını, cezanın süresi dikkate alındığında, müebbet ve muvakkat kürek cezası olarak ikiye ayırmak mümkündür. Araştırılan döneme ilişkin arşiv kayıtlarında kürek cezası ömür boyu verilmek isteniyorsa, bu husus net bir şekilde ifade edilmiştir[22]. Kayıtlarda genelde süre belirtilmeden kürek cezasına hükmedildiği anlaşılmaktadır[23]. Ancak belirtmek gerekir ki, 1 yıldan az sürede kürek cezası infaz edilmemiştir[24]. Heyd, “küçük” suç olarak ifade ettiği suç tiplerine verilen kürek cezasının süresinin 5 ile 10 yıl olduğunu belirtmiştir[25]. Peters ise ortalama kürek cezası süresinin 8 yıl olduğunu zikretmiştir[26]. Gerçekten bir mahkûm ömür boyu kürek cezası ile cezalandırılmamışsa, kürek cezasının belirli bir süre devam edeceği ve daha sonra serbest bırakılacağı Mühimme defterlerinden anlaşılmaktadır[27].
Klasik dönem Osmanlı kanunnamelerinde ve şer‘î hukukta yer almadığı ileri sürülen[28] kürek cezasının, ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl geliştiği konusunda henüz yeterli bilgiye sahip olunmamıştır[29]. Emile Durkeim’dan aktaran Avcı’ya göre, kürek cezası, 17. yüzyılda ortaya çıkmış, çok ağır olan bu cezadan kurtulmak için mahkûmların kendi ellerini veya kollarını kestikleri, bu durumun yaygınlaşması üzerine 1677’de kendi elini kesmenin suç olarak kabul edilip ölüm cezası ile karşılanmıştır[30]. Ancak bizim tespit ettiğimiz kadarıyla bu cezanın ilk uygulamaları yine Fransa’da, daha önceki bir tarihe, 1532’e dayanmaktadır[31]. Osmanlı tarihinde ilk defa Venedik donanmasında 1543’lerde suçluların kürekçi yapılmasına başlandığı ileri sürülmektedir[32]. Bu tarihten yakın bir zaman sonra, 7 Ekim 1571 yılında yapılan İnebahtı Deniz Savaşı’nda, Osmanlı’nın yenilmesinden sonra ısdar edilen bir fermanda idam mahkûmlarının ve diğer suçluların küreğe konulmaları emredilmiştir[33].
Osmanlı’nın Çağdaşı Devletlerde Kürek Cezası
Osmanlı Devleti’nin çağdaşı devletlerinde de kürek cezasına rastlanmaktadır. Kürek cezasına ilişkin ilk yasal düzenleme ise Ordonnance d’Orléans olarak ifade edilen Fransa’da 1561’de yürürlüğe konan kanundur[34]. 1564’de 9. Çarls (Charles IX of France) kürek cezasına 10 yıldan daha az hükmedilmesini yasaklamıştır. 1669 yılında Fransız Protestanlarının göç etmesine yardım edenlere ömür boyu kürek cezası verildiği Fransız kaynaklarında yer almaktadır[35]. Fransız Kral 14. Luis, barış zamanı da dâhil olmak üzere donanmasının güçlü olmasını istemiş ve buna bağlı olarak mahkemelere mümkün olduğunca kürek cezasına hükmetmelerini emretmiştir. Hatta ölüm cezası verilmemesi, bunun yerine kürek cezasına hükmedilmesini istemiştir. Aynı kralın son dönemlerinde 1715’lerde savaş gemilerinde kürekçiye olan ihtiyaç azalmasına rağmen, kürek cezasına hükmedilmesine devam edilmiştir.
Fransa’da bu cezaya mahkûm olanlara forçat veya galérien denilmiştir. Galérien ifadesi, kadırga anlamına gelen galley kavramından gelmektedir. Kadırgaların pratikteki kullanımı zamanla azalsa bile Fransa’da 1873 yılına kadar mahkûmlara bu ifade kullanılmaya devam etmiştir[36]. Kürekçilerin çektiği kadırgalara ihtiyacın kalmaması üzerine, bu kadırgalar, hapishane gibi kullanılmaya başlanmıştır. Fransa’nın Toulon şehrinde mahkûmlar, zincirli bir şekilde gemi içerisinde hapis cezalarını çekmişlerdir. Bu şekilde ceza çeken mahkûmlara bagnes (banyo) denilmiştir. Bagnes ifadesi ilk kez İtalyanların kullandığı bagno kavramından gelmektedir. İtalyanlar ise bu kavramı İstanbul’da hamamlara çok yakın olan hapishanelerden almışlardır[37].
Görüldüğü üzere, kürek cezası başta Fransa olmak üzere Osmanlının çağdaşı birçok devletlerde uygulanmıştır. Bu ülkelerdeki temel hedef, ağır suç işlemiş olan mahkûmların beden güçlerinden yararlanmak olmuştur.
Hukuki Niteliği
Kürek cezasının hukuki niteliğinin tazir cezası olduğu yönünde birçok delil mevcuttur. Bu konuda literatürde herhangi bir tartışma yoktur[38]. Gerçekten had cezaları arasında kürek cezasına rastlanılmamaktadır. Hatta bu ceza, tazir cezasının tanımına uygun bir şekilde, unsurları tam olarak yerine getirilmediği için had cezası verilmemesi gereken durumlarda uygulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında şu belge dikkat çekicidir: “Yorgi veled-i Yani, an karye-i Dumukran: Kendi karyelerinden İstefan dirlerimiş bir kâfiri sarhoş darb idüp öldürdüğü kendü ikrarı ile hüccet olunmuşur. Alât-ı harb ile katl itmediği içün kısas olunmayup küreğe buyruldu”[39]. Diğer bir örnekte de maktulün çocuklarının yaşlarının küçük olması nedeniyle kısas talep edilememesi üzerine katillerin diyet ödemesine ve küreğe konulmasına hükmedilmiştir[40].
Bilindiği gibi cezalar, aralarında bulunan irtibata[41] göre asli, bedeli, tekmili ve tebeî ceza olarak dörde ayrılmaktadır. Kürek cezası prensip itibariyle asli ceza olarak verilmiştir. Yani bir suçun karşılığı kural olarak kürek cezası belirlenmiş ve bu fiili işleyen kişiye kürek cezası verilmiştir. Örneğin 1040 tarihli bir kayda göre Selanik’te ortaya çıkan eşkıyaların “… mu‘tâd-ı kadîm ve kânûn üzre…” küreğe verilmesi emredilmiştir[42].
Bedeli ceza ise asli cezalar herhangi bir nedenle uygulanmadığı zaman onların yerine geçen ceza olarak nitelendirilmiştir[43]. Kürek cezasının bedeli ceza olarak da uygulandığını ifade edebiliriz: Alat-ı harb ile adam öldürmediği için kısas edilemeyeceğini hükme bağlayan yukarıdaki örnek, kürek cezasının bedeli bir ceza olarak uygulandığını gün yüzüne çıkarmaktadır.
Tekmili ceza, asli ceza ile birlikte verilen ancak hâkimin müstakil hükmü ile ortaya konan ceza iken; tebeî ceza asli cezalara bağlı olarak ortaya konan, ayrıca hâkimin hükmüne gerek olmayan cezalardır[44]. Araştırmalar neticesinde kürek cezasının tebeî ceza olarak uygulandığını açıkça ortaya koyan bir belgeye rastlamadık. Ancak bahse konu cezanın nadiren de olsa tekmili bir ceza olarak uygulandığını ifade edebiliriz. Örneğin 978 senesinde Kıbrıs Seferine katılmayan askerlerden önce para cezası alınması ardından da söz konusu kişilerin küreğe gönderilmek üzere İstanbul’a getirilmesi şu şekilde emredilmiştir: “… sefere emrolunup varmayanları elegetürüp biner akça cerîmelerin aldukdan sonra kayd ü bend ile yarar âdemlere koşup Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin ki, küreğe konıla ve cem‘ olan akça[yı] der-kîse idüp Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin…”[45]
Tatbik yerine göre[46] cezalar bedeni, nefsi ve hürriyet kısıtlayıcı veya mali olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Belgeler, kürek cezasının bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir yapısının olduğuna işaret etmektedir. Kürek cezası bedeni bir cezadır, çünkü mahkûmdan kürek çekmek suretiyle bedeni bir iş beklenmektedir. Bununla beraber bu cezanın nefsi (psikolojik) ve mali bir ceza olmadığını söyleyebiliriz.
Tüm bu açıklamalardan sonra klasik dönem Osmanlı Devletinde uygulanan kürek cezasının, asli, bedeli, çok az da olsa tekmili, bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir tazir cezası olduğunu ifade edebiliriz.
Cezanın Şiddeti Açısından Kürek Cezası
Cezanın şiddetinden anlaşılması gereken husus, araştırılan cezanın, diğer cezalarla kıyaslandığında mahkûma verdiği elem, ıztırap ve/veya acının seviyesinin az ya da çok olması durumudur[47]. Osmanlı Devleti de bazı suç ve durumlarda cezanın şiddetini önemsemiş ve verilecek cezanın “eşedd-i siyaset” olmasını özellikle vurgulamıştır[48] yani suçlulara verilecek cezaların, bu cezaların şiddetleri de göz önünde bulundurularak takdir edilmesini istemiştir.
Osmanlı Devletinde kürek cezası, birçok cezadan daha ağır bir ceza olarak kabul görmüştür. Reaya da bu cezanın şiddetinin çok yüksek olduğunu, hatta bu cezaya mahkûm olan bir kişinin artık sonunun ölüm olduğunu dahi iddia etmiştir. 976 senesinde hakkındaki şikâyetler üzerine İstanbul’da yakalanıp kürek cezasına hükmedilen Mud kazasından Kara Ahmed adlı kişinin akrabalarının, yakınlarını “Onu siz öldürdünüz” diyerek rencide etmeleri ilgi çekici bir örnektir[49].
Reayanın kürek cezasının şiddetinin çok yüksek olduğu yönündeki algısını kanıtlayacak bir başka belgede, kişiler birbirlerini kürek cezasına çarptırmakla tehdit etmektedirler: 1072 senesinde İstanbul’dan koyun derisi alıp, Eyüb’e ve başka yerlere götürmenin yasak olduğu bir dönemde Eyüp debbağhanesine koyun derisi götüren kayıkçı tehdit edilmiştir: “… İstanbul’da koyun derisi alıp Eyüb’e ve ahar mahalle getirmek azîm yasakdır, elbette seni küreğe koydururuz eğer halâsın murâd edersen mahkemede bu deriler Saltıkoğlu’nundur deyü ikrar eyle deyü [kayıkcı] Yusuf[u] tahvîf etmeleri ile …”[50]. Görülmektedir ki, kürek cezası, insanları korkutmak ve tehdit etmek için kullanılacak seviyede ürkütücü, korkutucu bir niteliğe sahiptir.
Belirtildiği üzere belgeler, birçok cezanın kürek cezasından daha hafif olduğunu göstermektedir. Örneğin 977 senesinde sefer zamanı, sefere gelmeyen müsellemler hakkında yazılan fermanda “cerime ile halâs olmayup, küreğe konılmak mukarrerdir.”[51] denilerek kürek cezasının, şiddet seviyesinin yüksek olduğu ortaya konmaktadır. Bir başka örnekte de, suçlular ika ettikleri fiilin cezasının cerime-para cezası- olduğunu bildikleri için fiili işlemeye devam etmiş; Payitaht ise durumu fark edip şiddet seviyesi daha ağır bir ceza düzenlemiştir. Bu ceza da kürek cezası olarak belirlenmiştir: “… Eşkünci tâ’ifesi fermân olunan hıdmete varmayup kanûn üzre cerîme virür halâs oluruz deyü ta‘allül eyleyüp ol sebeb ile hıdmete az kimesne gelüp hıdmet avk olur” deyü bildirmişsin… Şöyle ki, cerîme virüp halâs oluruz deyü ta‘allül eyleyüp varsa ele getürilüp kürege konmak mukarrerdir…”[52].
Literatür de kürek cezasının birçok cezadan daha şiddetli bir ceza olduğunu belirtmektedir[53].
Netice itibariyle, kürek cezasının şiddet seviyesinin, birçok cezadan daha yüksek olduğunu, hatta bu cezanın idam cezasından sonra şiddeti en yüksek olan ceza olduğunu dahi ifade edebiliriz. Yukarıda verdiğimiz örnekler bizi bu kanıya ulaştırmaktadır.
Ceza Hukuku İlkeleri Açısından Kürek Cezası
Klasik dönem Osmanlı Devleti’nde uygulanan kürek cezasını, cezanın sübjektifliği, kanuniliği, şahsiliği ve genelliği gibi ceza hukuku ilkeleri açısından irdelemek faydalı olacaktır.
Cezaların kanuniliği ilkesi, hiç kimsenin belli bir suçla ilgili olarak kanunda öngörülmeyen bir ceza ile ya da kanunda öngörülen cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamayacağı anlamını taşımaktadır[54]. Araştırmalarda tazir suçlarına uygulanacak cezaların kanuniliği konusu tartışmalıdır. Bu tartışmalara girmeden kürek cezasının kanuniliği hususunda bize fikir verecek belgelere rastlamak mümkündür. 1138 tarihli belgede Padişah, kesik para kullanılmasının yasak olduğunu ve cezasının kürek olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:
“Bâ sah İstanbul kadısı faziletlü Efendi, fîma ba’d kesik para ahz u i’tâ olunmamak üzre men’ olunup eyâdi-i nâsda bulunmak için sarraflara iki yüz kise akçelik para virilmekle, imdi târih-i fermandan üç güne dek bir ferdin yedinde kesik para bulunmamak ve bulunur ise bilâ-emân küreğe vaz’ olunmak üzere esnafa ve sâirlerine tefhim için cümle esnaf kethüdaları ve mahallat imamlarını getirip, gereği gibi tenbih ve sağ Mısır parasının ahz u i’tâsında beis olmadığın tefhim eyleyesiz deyü, resmiyle kayd eyleyesiz deyu buyruldu”[55].
Belge kürek cezasının kanunilik ilkesine uygun bir şekilde düzenlendiğini göstermektedir. Padişah, suçun maddi unsurunu kesik para kullanmak olarak belirlemiş, fiili uygulayan kişilere de kürek cezası verileceğini açık bir şekilde açıklamıştır. Hatta kanunilik ilkesinin temel hedefi olan hangi eylemlerin suç olduğunun ve bu eylemlere verilecek cezanın ne olduğunun toplum tarafından önceden bilinmesi gerekliliği bu fermanda net bir şekilde görülmektedir. Padişah, kesik para kullanmanın cezasının, kürek olduğunu toplumun tüm katmanlarına duyurmak istemiştir. Bunun için de kadıdan yararlanmıştır. Buna göre kadı, bu suçun cezasının kürek olduğunu, esnafı bilgilendirmek için esnaf kethüdasını, reayayı bilgilendirmek için de mahalle imamları bilgilendirecektir. Böylece imam kendi mahallesindeki reayaya, kethüda ise kendi kolundaki esnafa kesik para kullanmanın cezasının kürek olduğunu bildirecektir. Bu şekilde, toplum, kesik para kullanmanın cezasının kürek olduğunu önceden bilmiş olacaktır.
Kürek cezasının kanunnamelerde mevcut olduğunu ve bu hükmün topluma duyurulması için çeşitli yöntemlere başvurulduğunu belirlemiş oluyoruz. Bu bilgiye bağlı olarak tartışılması gereken ikinci nokta, kanunnamelerdeki bu hükmün pratiğe yansıyıp yansımadığıdır. Belgeler, kanunnamede hükme uymayanların ilkeye uygun olarak kürek cezasına çarptırıldıklarına işaret etmektedir. Örneğin 1138 tarihinde İstanbul kadısına gönderilen bir fermanda kalp bakır işlemenin cezası kürek cezası olarak belirlendiği iletilmiştir[56]. Aynı sicilde bu yasağa uymayan Aslan ve Kiryako ve Yani ve Pireşkova ve Yasef ve diğerlerinin kürek cezasına çarptırıldıkları şöyle kaleme alınmıştır: “… Lefter mesfûrâna on altı nefer zimmiler kazancı hırfetinden olup yedlerinde kalb bakır evânî bulunup, kethüdaları ma’rifetiyle ahz ve huzur-ı âlilerine çıkarıldıklarında Tersâne-i âmirede küreğe vaz’ olunalar deyû lisanen ferman buyrulup …”[57].
Bir başka ceza hukuku ilkesi, cezaların genelliği ilkesidir. Cezaların genelliği, suç işleyen herkese din, dil, ırk, cinsiyet ve benzeri ayırım yapmaksızın aynı şekilde cezai müeyyidenin uygulanmasıdır[58]. Kürek cezasına bu açıdan bakıldığında, mahkûmun zimmî, kadın ve köle olmasının bu cezanın uygulanmasına nasıl etki yaptığı önem kazanmaktadır.
Arşiv belgeleri, zimmîlerin de kürek cezasına çarptırıldıklarını göstermektedir. Örneğin Marmara kazasının Bergos köyüne misafir olarak gelip, kadı huzurunda İslam’ı seçen şahsı kaçıran ve mahkemeyi basıp sicili parçalayan Yorgi v. Bisa ve oğlu Kostantin kürek cezası ile cezalandırılmıştır[59]. Vasiyete ilişkin 1102 tarihli bir şer‘iye sicilinde, oğullar babalarının mirasını paylaşırken, babalarının zimmî bir kürekçiden alacağının olduğunu belirtmişlerdir[60]. Belirtmek gerekir ki alelade zimmîler değil rahip rütbesine sahip olmuş olan zimmî dahi, ayinlere aykırı hareket etmesinden ötürü kürek cezası ile cezalandırılabilmiştir[61]. Zimmîlere kürek cezası verildiğine dair örnekleri çoğaltmak mümkündür[62].
Yaptığımız araştırmalar neticesinde hiçbir kadının kürek cezasına çarptırılmadığını ifade edebiliriz. Köleler için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Ancak daha önce de belirtildiği gibi savaş esirleri şeklinde köle statüsünde olanlardan kürek çekmek üzere faydalanılmıştır ki bu kişilere forsa denilmektedir. Ancak bu kişiler prensip itibariyle bir suçun karşılığı olarak kürek cezası çekmemekte, köle olmanın gereğini yerine getirmektedirler.
Yönetici sınıf-reaya ayrımı açısından da kürek cezası irdelendiğinde, hem yönetici sınıfa hem de tebaaya bu cezanın verildiği görülmektedir. Yönetici sınıftan özellikle reayaya zulmedenlere kürek cezanın verildiği dikkat çekmektedir[63]. Keza görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine de bu ceza verilmiştir. Örneğin 978 tarihli bir kayda göre Anavarin Kalesi muhafızı Mehmed, Hızır adlı kişinin kaleden kaçmasına yardım etmesinden ötürü kürek cezası ile cezalandırılmıştır[64]. Belgeler, ulemadan kimselerin dahi kürek cezası ile cezalandırıldığını göstermektedir: Hamideli beyi ve kadısına yazılan yazıda kötü hallerden dolayı hakkında şikâyet söz konusu olan Eğirdir naibinin küreğe konulmak üzere Rodos beyine gönderilmesi istenmiştir[65].
Bir diğer ceza hukuku ilkesi cezaların şahsiliği ilkesidir. Cezaların şahsiliği, herkesin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen sorumlu olması, ceza çekmesi; başka bir kişinin bundan dolayı sorumlu olmaması şeklinde anlaşılmaktadır[66]. Bu konuda İslam Hukukunun ana kaynaklarında epeyce delil mevcuttur[67]. Kürek cezası da klasik dönem Osmanlı uygulamasında prensip itibariyle bizzat mahkûm tarafından çekilmektedir. Bu kuralın istisnasını kefalet sistemi oluşturmaktadır. Hakikaten, toplum iradesi ve bir kişinin başka bir kişiye kefil olmasının çok önemli olmasından ötürü, cezaların şahsiliği ilkesinin kürek cezası açısından uygulanmadığına ilişkin arşiv belgeleri mevcuttur: “… Hazret-i Ebi Eyyub Ensâri’de Piri Paşa Bostanında Bostancı Dimo’ya kefil olup ve mezbur Dimi miri kafirler ayardup, basılup, kendü gaybet idüp, ele girmeyicek kefili küreğe gönderildi… 29 Şevval 970”[68]
Cezaların sübjektifliği bir başka ceza hukuku ilkesidir. Bu ilke, işlenen fiil ile kişi arasında manevi bağı ifade etmektedir[69]. İslam-Osmanlı Ceza Hukukunda, cezalar manevi (sübjektif) sorumluluk esasına dayanmaktadır. Klasik dönem Osmanlısında kürek cezası, failin ika ettiği fiili kasten veya taksir ile işlemesi halinde uygulanmaktadır. Örneğin, 967 senesinde hisareri Mehmed b. Mahmud, yetkisi olmadan belli bir miktar para iltizam etmiş; kendisinin kethüdasının durumu mahkemeye taşıdığında da suçunu kabul etmiş ve kürek cezası ile cezalandırılmıştır[70].
Tüm bu açıklamalardan yola çıkarak kürek cezasının araştırılan dönemde prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun olarak, suçun manevi unsuru da dikkate alınarak, toplumun hemen hemen tüm katmanlarına uygulandığını ifade edebiliriz. Burada dikkat çekici olan iki nokta vardır. Bunlardan ilki hiçbir kadına ve köleye böyle bir cezanın verilmemesidir. Diğer husus da devletin işleyişinde önemli bir yer tutan kişilerin birbirine kefil olması durumunun, kürek cezasının şahsilik ilkesine aykırı bir şekilde uygulanmasına yol açmış olmasıdır.
Kürek Cezasına Mahkûmiyeti Doğuran Haller
Kürek cezasına çeşitli şekillerde hükmedilebilmektedir. Bunlardan ilki, bir suçun kanuni cezası olarak doğrudan bu cezanın verilmesi; diğeri de fail başka bir ceza ile cezalandırılmasına rağmen cezasının küreğe çevrilmesidir. İkinci durum, iki şekilde tezahür etmektedir: Suçlu ya daha hafif bir ceza ile cezalandırılmış ancak cezası infaz edilirken bir suç işlediği için veya başka bir nedenden ötürü cezası küreğe çevrilmiştir. Diğer şekilde ise suçlu idam gibi daha ağır bir ceza ile cezalandırılmışken, cezasının küreğe çevrilmesi söz konusudur.
Vereceğimiz ilk örnek, daha hafif bir ceza ile cezalandırılmış bir mahkûmun cezasının daha sonra kürek ile değiştirilmesine ilişkindir. Hakikaten, kalebent cezasının infazı sırasında bir suç işlenmesi halinde daha ağır bir ceza olan kürek cezası verildiği Osmanlı belgelerinden anlaşılmaktadır: “Draç kazasının bir kalesinde Mehmet isimli birinin hırsız ve ehl-i fesad olması sebebiyle küreğe konulmasına dair El-basan sancağı beyine…7 şevval 973/1565”[71].
Cezaların kürek cezasına çevrilmesinde belirleyici olan nokta her zaman mahkûmun kendisi olmamıştır. Devlet bazı hallerde mahkûmların cezalarını küreğe kendiliğinden çevirmiştir. Bu husus genelde donanmanın kürekçiye ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Örneğin 966 senesinde idamdan başka cezalara mahkûm olanların küreğe konulmak üzere Anapoli kaptanına teslim edilmesine ilişkin ferman düzenlenmiştir[72]. Bu belgeyi nitelikli kılan husus, genelde tam tersi uygulamanın mevcut olmasıdır. Yani genelde idam cezasına mahkûm olanların, idam edilmeyip kürek çekmek üzere kaptanlara teslim edilmesi istenmiştir.
Kürek cezası her zaman diğer cezaların dönüşümü ile hükmedilen bir ceza değildir. Daha önce belirtildiği gibi, asli ceza olarak da kürek cezasına hükmedilmiştir. Yapılan araştırmalar birçok suç tipine kürek cezasının verildiğini göstermektedir. Cezanın kanuniliği ilkesinde derinlemesine anlatılan örnekte olduğu gibi, kesik para kullanmak bu cezayı hak etmeye yeterli bir nedendir. Kastın aşılması suretiyle adam öldürme, boza işleme[73], zorla kız veya kadın kaçırma, hırsızlık[74], hırsızlığa yoldaşlık, hırsızlıkla itham, yan kesicilik, kalp bakır imalatı ve kullanımı, kumarbazlık, berat çalma, sahte belge yazma, zindandan esir kaçırma, kalpazanlık, köle soyma, kamu hizmeti vazifesini yerine getirmeme[75] gibi suçlara kürek cezası verildiği gibi, dini mahiyette bazı suçlara da bu ceza verilmektedir. Örneğin, kelime-i küfür söyleme, alenen şarap içme, adam öldürme, yaralama, katle yardım ve yoldaşlık, cariye dövme, ev basma, yola inme, haramilik, livata, ırza tecavüz, namahreme tutunma gibi fiillere kürek cezası verilmiştir[76]. Sadece İslam dini açısından suç olan fiillere değil, Hıristiyanların ayinlerine mugayir hareket eden kişiler de kürek ile cezalandırılmıştır[77].
Gıda maddelerinin tağşişi veya eksik gramajlı gıda maddesi imali itiyadi suça dönüşürse yine kürek cezası verilmiştir. Kendiliğinden teslim olmayan eşkıyaya da kürek cezası verilebilmekteydi. Mahpusun firarına yardımcı olmak, yaralamaya iştirak, haneye tecavüz[78], zina kastıyla eve girmek, resmi narhtan fazlaya mal satmak, düşman ülkesine harp aletleri, at ve zahire verilmek kürek cezasıyla cezalandırılmıştır[79]. İflas edip tefecilerin eline düşenlere azami %15 faiz öngörülmesine rağmen tefeciler, %40, 50 gibi miktarlarda halkı daha da zor duruma düşürüyorlar, bunları köle gibi çalıştırıyorlar, karşı gelenleri ise hapse attırıp ömür boyu zindanda kalmalarını sağlıyorlardı. Bunun üzerine padişah tarafından ısdar edilen adaletnamede %15’den fazla aldığı sabit olan tefecilerden faizin geri alınacağı, sahiplerine iade edileceği ve tespit edilenden daha fazla faiz almaya devam edenlerin tutuklanıp paytahta gönderileceği ve müebbet küreğe konulacağı ifadesi geçmektedir[80]. Hatta günümüzde önemsiz sayılan ve küçük cezalarla geçiştirilen ormandan ağaç kesme[81], suyollarını kirletme ve alenen şarap içme suçlarına bile kürek cezası verilmiştir[82]. Millet sistemini bozduğu gerekçesiyle mezhep değiştirme için propaganda yapan 4 Ermeniye de kürek cezası verilmiştir[83].
Anlaşılmaktadır ki, kürek cezası asli ceza olarak birçok suç tipine uygulanabilmiştir. Bu suç tipleri, ağaç kesmekten adam öldürmeye varıncaya kadar geniş bir yelpazeden oluşmaktadır. Ancak bu cezaya sadece asli ceza olarak rastlanılmamaktadır. Gerek mahkûmûnun kötü hali, gerekse devletin re’sen takdiri ile birçok mahkûm daha hafif veya daha ağır bir ceza almışken cezaları kürek cezasına çevrilebilmiştir. Kürek cezasına mahkûmiyeti doğuracak çok geniş bir suç katalogunun olması ve çeşitli yöntemlerle bu cezaya hükmedilmeye çalışılması, devletin kürekçiye olan ihtiyacı ile açıklanabilir. Devlet ne zaman kürekçiye ihtiyaç duysa o vakit çeşitli yöntemlerle bu cezaya başvurmaya çalışmıştır[84].
Cezanın Amacı ve Yargılama Merci
Cezalandırmaktaki amacı açıklayan teoriler, netice teorileri (araççı, faydacı teoriler) ve neticeci-olmayan teoriler olmak üzere ikiye ayrılmıştır[85]. Neticeci teorinin temelinde, cezanın uygulanmasından sonra bir “iyilik” ve/veya “fayda” doğuracağı fikri vardır. Bu teorideki amaç, genellikle suç işleme oranlarının azaltılmasıdır[86]. Neticeci-olmayan teoriler ise genelde “karşılığını verme” ile ifade edilir ve bu teoriye göre, ceza, ek bir yarar/fayda/ iyilik getirmese bile, cezayı uygulama yönünde bir pozitif ödev olduğu için uygulanmalıdır. Bu yaklaşıma göre ceza, bir araçtan ibaret değildir.
Araştırdığımız dönemde uygulanan kürek cezalarına baktığımızda kürek cezası neticeci teoriye uymaktadır; çünkü bu cezanın uygulanması ile donanmanın ihtiyacı olan kürekçi ihtiyacı karşılanmaktadır. Devlet, bu cezanın uygulanması ile bir fayda elde etmektedir. Biga sancakbeyine yazılan fermanda, Midilli Beyi Mustafa Bey’in yanındaki suçlu gemisi noksanı için küreğe konulmak üzere birkaç suçlu göndermesi istenmiştir[87]. Bu manadaki örnekleri çoğaltmak mümkündür[88].
Osmanlı Ceza Hukuku genel teorisinde cezanın amaçlarından biri de cezanın ibretlik olmasıdır[89]. Bu genel bilginin klasik dönem Osmanlı ceza hukukunda kürek cezası açısından da geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Örneğin 977 senesinde nöbet yerine varmayarak, vazifesini yerine getirmeyen eşkinciler hakkında Padişah “Süddei sa‘adetüme gönderesin ki küreğe konıla ve nöbetlü yörükleri sefer-i hümâyûna ihrâc idüp, muhâlefet idenleri Südde-i sa‘âdetüme gönderesin ki, anlar dahı küreğe konılup, sâirlerine mûcib-i ibret ve nasîhat ola.”[90] diyerek kürek cezasının caydırıcılık etkisinden yararlanmak istemiştir.
Kürek cezasına hükmetmeye yetkili olan merci önem arz eden bir başka husustur. Şiddet seviyesinin yüksek olmasından ötürü olsa gerek, bu ceza, kural olarak Padişah emri ve/veya Divan-ı Hümayun kararı ile verilmiştir. Belgeler, sorumlu olduğu bölgede kamu düzenini bozan bir kişinin varlığı halinde kadının durumu Paytahta bildirdiğini, kürek cezasının da burada hükme bağlandığını göstermektedir[91]. Kararın emr-i şerif ile verildiğine ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkündür[92].
Cezasının İnfazı ve Sona Ermesi
Kürek cezasının infaz tarzını hükmü veren mahkeme belirlemez, o, infaz idaresince takdir olunurdu. Haklarında kürek cezası verilen kişiler, genellikle önce İstanbul’a getirilmekte, buradan da cezalarını çekecekleri yerlere gönderilmektedir[93]. Bu durumun istisnası, kamu düzenin bozulduğu yerin cezanın infazının yerine getirileceği yerle aynı olmasıdır[94]. Mühimme Defterlerinin bize gösterdiğine göre, Divan-ı Hümayun’dan yazılan emir ile kürek cezasının infazı için suçlular genelde Akdeniz’de ada konumunda olan yerlerin beylerine gönderilmektedir. Hakikaten 967 tarihli bir kayda göre Paytahtın, Rodos beyine gönderdiği fermanda, ülkenin çeşitli yerlerinden İstanbul’a kürek cezası çekmek üzere suçluların geldikleri, tüm bu suçlular hakkında defter tutulduğu ve bu suçluların kürek çekerek istihdam edilmek üzere Rodos eyaletine gönderildiği yazılıdır[95].
Kürek cezasına mahkûm olanlar ile forsalara, “vardiyan”[96] adı verilen görevliler nezaret ederdi[97]. Gemi, hareket etmediği zaman, suçlular Tersane zindanında ikamet ettirilirlerdi. 16. yüzyılda esir ve suçluların konulduğu Tersane zindanı üç bölümden ibaretti. Birinci bölümde gemi inşasında çalıştırılan sanatkârlar, ikinci bölümde hiçbir sanatı olmayan ve donanmada kürek çekmeye mecbur olanlar kalıyor, üçüncü bölüm ise hastane olarak kullanılıyordu[98].
Belirtildiği üzere kürek cezası, hapis cezasının bir türüdür. Kişinin hürriyetinden mahrum kalması ile o kişinin gündelik hayatı da sekteye uğramaktadır. Kürek cezasına mahkûm olan bazı kişiler, Padişahtan, kendileri cezalarını çekerken, geride bıraktıkları hayatlarının da bir şekilde sürmesini talep etmişlerdir. Örneğin 1097 senesinde kürek cezasına çarptırılan İbrahim adlı kişi, kürek cezasını çekerken, dükkânının açılmasını ve içindeki evrak ve eşyaların vekiline teslim edilmesini talep etmiştir. Bu talep makul görülmüş ve dükkân açılmış ve eşyalar vekile teslim edilmiştir[99].
Bahse konu cezanın son bulması çeşitli şekillerde olabilmekte idi. Mahkûmun vefat etmesi, doğal olarak cezanın son bulması anlamına gelmektedir. Af, cezanın nihayete ermesi için gereken yöntemlerden biridir. Ancak cezanın affa uğraması ancak emr-i şerif ile mümkündür. Hakikaten 1040 tarihli belgede, Kumkapı’da üç kişiyi bıçakla yaralamak suçundan dolayı 1038 senesinde kürek cezasına çarptırılan Yaralı Yusuf adlı kişinin “günâhı afvolunup ıtlâk olunmak fermânum olmağla” denilerek serbest bırakılması emredilmiştir[100]. 967 tarihli bir başka kayda göre Padişah, kürek çekmek üzere Rodos’a gönderilen mahkûmların “gönderilen defter mûcebince yoklayup alup dahı küreğe koyup istihdâm eyleyüp emr-i şerîfüm olmadın ıtlâk itmeyesin” diyerek bu konudaki yetkisini net olarak ortaya koymaktadır[101]. Bu manadaki örnekleri çoğaltmak mümkündür[102].
Kürekçiler çok uzun süre bu vazifeyi yaptıktan sonra yaşlı olmaları ve sadakatlerine güvenilmesi halinde azat edilebilmektedirler. Örneğin, Yuvan Elyo adlı bir esir, otuz yılı aşkın bir süredir Rodos kadırgalarında kürek çekmiş, yapmış olduğu iyi hizmete binaen serbest bırakılmış ve diğer kürekçilere vardiyan olarak atanmıştır[103].
Hukuka aykırı bir şekilde kürek cezasına çarptırılanlar da daha sonra yapılan araştırmalara göre suçsuz bulunurlar ise serbest bırakılmıştır. Hakikaten Mehmed oğlu Mustafa adlı kişi, seferde hırsızlık yaptığı gerekçesi ile kürek cezasına çarptırılmış, ancak suçun sübut etmediği daha sonra ortaya çıktığı için serbest bırakılması emredilmiştir[104]. Bazı hallerde hatanın düzeltilmesi seneler almaktadır. Örneğin Mora’ya tâbi Kartine kazâsı ahalisinden olup ticaret için Asitâne-i Sa‘âdet’e gelirken yolda kefil bulamadığından küreğe konulduğu ve on üç senedir bu cezayı çektiği yolunda şikâyette bulunan Bortodor adlı kişinin adı Mücrim Defterinde bulunmadığı için serbest bırakılmıştır[105].
Rastlanılan bir şer‘iye sicilinde, kürek cezasından kurtulmak için mahkûm yakınlarının para vermeye çalıştıklarını anlıyoruz. Hakikaten 1096 senesinde Fatıma bt. Mansur Tersane zindanında hapiste tutulan oğlu Mehmed’i kürekten kurtarmak için Mısırlı el-Hac Selim’e belirli bir miktar para ve altın verdiğini, ancak oğlunun hâlâ kürek cezası çektiğini ve bu nedenle de mezkûr Selim’e vermiş olduğu para ve altınları geri istediğini kadıya bildirmiştir. Kadı, iddiasını ispat edecek bir delil istemiş; ancak Fatıma bir delil sunamamıştır. Bunun üzerine, el-Hac Selim’e yemin teklifinde bulunulmuş, Selim de Fatıma’dan herhangi bir şey almadığına ilişkin yemin etmiştir[106].
SONUÇ
Klasik dönem olarak ifade edilen kuruluştan Tanzimat’a kadar olan dönemde Osmanlı Devletinde uygulanan kürek cezası hakkında yaptığımız araştırmalar neticesinde şu sonuçlara varılmıştır.
Daha ziyade Mühimme Defterlerinde görülen kürek cezası literatürün de genel görüşüne uygun olarak bir tazir cezası türüdür. Kanaatimiz bu cezanın nitelikli bir hapis cezası olduğu yönündedir. Cezayı nitelikli kılan husus ise mahkûmun sadece hürriyetinin kısıtlanmaması, ona ayrıca bir kamu hizmeti yükümlülüğü yüklenmesidir. Bazı araştırmalarda ortaya atılan bahse konu cezanın nefy cezasının bir çeşidi olduğu yönündeki görüşe katılmıyoruz.
Bu cezayı Osmanlı’nın çağdaşı devletler de sıklıkla uygulamışlardır. Bu açıdan bakıldığında Fransa dikkat çeken ülkedir. Zira Batı’da bizim tespit ettiğimiz kadarıyla bu cezayı ilk uygulayan ülke Fransa’dır. Bahse konu ülkede 1532 yılında ilk kez uygulanan kürek cezası ile ilgili olarak 1561’de ilk yasal düzenleme hazırlanmıştır.
Kürek cezası, kural olarak asli ceza olarak kullanılmıştır. Ancak belgeler, bu cezanın bedeli ve nadiren de olsa tekmili ceza olarak uygulandığına da işaret etmektedir. Tatbik yerine göre kürek cezasına bakıldığında bu cezanın bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir ceza olduğunu ifade edebiliriz.
Mezkûr cezanın şiddet seviyesinin birçok cezadan daha yüksek olduğunu hatta bu cezanın idam cezasından sonra en şiddetli ceza olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya koyduğumuz belgeler reayanın dahi böyle düşündüğünü gün yüzüne çıkarmıştır.
Prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun bir şekilde uygulanan kürek cezası, zimmiMüslüman, reaya-askeri ayırımı yapılmadan toplumunun hemen hemen tüm kesimleri için hükme bağlanabilmiştir. Ulemadan kimselere dahi uygulanan bu cezanın bu konudaki istisnalarını kadınlar ve köleler oluşturmaktadır. Zira hiçbir kadın veya köleye kürek cezası verildiğine rastlanılmamıştır. Şahsilik ilkesi de kürek cezası açısından kural olarak uygulanmıştır. Ancak rastlanılan bazı belgeler, kişilerin birbirine kefil olmasının, kürek cezasının şahsilik ilkesine aykırı bir şekilde uygulanmasına yol açtığını göstermektedir.
Araştırılan cezaya iki şekilde hükmedilebilmiştir. Bunlardan ilki asli ceza olarak bu cezaya hükmedilmesidir. Çalışmanın içerisinde de net bir şekilde görüldüğü gibi hırsızlıktan, ağaç kesmeye varıncaya kadar birçok suça bu ceza verilebilmiştir. Bu cezaya mahkûm olmaya sebep olan ikinci husus ise, mahkûmun cezasının değiştirilerek küreğe çevrilmesidir. Bu da iki şekilde olabilmiştir. İlk olarak mahkûm, daha hafif bir ceza çekerken, suç işlemeye devam eder, bunun karşılığı olarak da cezası küreğe çevrilir. İkinci husus ise devletin ihtiyaca istinaden bazı suçluların cezasını re’sen küreğe çevirmesi durumudur.
Bu cezanın uygulanması ile donanmanın ihtiyacı olan kürekçi temin edilmekte idi. Bu bilgi bu cezanın, cezanın amacını açıklamaya çalışan neticeci teoriye yakın olduğunu göstermektedir. Zira bu şekilde, cezadan bir fayda elde edilmek istenmiştir. Mezbur ceza aynı zamanda diğer kişilere ibret olması için yani umumi caydırıcılık amacına da uygun olarak da kullanılmıştır.
Şiddet seviyesinin yüksek olmasından ötürü olsa gerek ki bu ceza Divan-ı Hümayun ve/veya padişah emri ile hükmedilen bir cezadır. Padişahın bu konudaki yetkisi, bu cezayı çeken kişilerin affa uğraması konusunda da kendisini göstermektedir. Zira kürek cezasından serbest bırakılmak ancak emr-i şerif ile olabilmektedir.
Gemi teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak donanmalarda kürekçiye olan ihtiyacın kalkması ile kürek cezası teknik olarak uygulanmamaya başlamıştır. Ancak cezanın ismi kullanılmaya devam etmiştir. Tanzimat ve sonrası dönemde kürek cezası, donanmalarda kürek çekmek şeklinde değil, özellikle ağır bir kamu hizmeti görmek şeklinde uygulanmıştır. Bu da bize göstermektedir ki klasik dönemde uygulanan kürek cezasının mahkûma kamu hizmeti gördürme niteliği, bu cezadan öğrenilen bilgi, edinilen tecrübe olmuştur. Günümüzde içinde ülkemizin de bulunduğu birçok devlet hâlâ mahkûmları kamu hizmetinde kullanmaya devam etmektedir.