ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Ahmet Kılınç

Anahtar Kelimeler: Ceza, Gemi, Kürek cezası, Osmanlı, Tazir

GİRİŞ

Buharlı makinelerin[1] icadından önce, gemiler yelkenle hareket ederler[2] , hava şartlarının müsait olmadığı zamanlarda ise kürekle yürütülürdü. Bu dönemde donanmaya sahip her devlette olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de kürekçiye ihtiyaç hâsıl olmuştur. Osmanlı donanmasında kürekçiye duyulan bu ihtiyaç üç şekilde karşılanmıştır. Bunlardan ilki, forsa denilen kürekçiler olup, savaşta alınan esirlerdi[3]. İkincisi devletin kendi tebaasından genellikle yirmi hanede bir olmak üzere donanma için kürekçi almasıydı[4] . Geri kalan on dokuz hane bu kürekçinin altı aylık iaşesini temin için avarız adı altında vergi verirlerdi[5]. Bu rakam devletin içinde bulunduğu duruma göre bazen yedi haneden bir şeklinde de olmuştur[6]. Arşiv kayıtlarından sadece reayadan değil, esnaftan da kürekçiler için vergi[7] alındığı, hatta esnaftan sadece vergi değil kürekçi de temin edildiği anlaşılmaktadır[8]. Alınan bu paralar kürekçilere maaş olarak verilmekteydi. Bazı durumlarda ise kürekçi alınmayan yerlerden bunun bedeli alınmaktaydı[9] veya aynı yerden hem kürekçi hem de avarız vergisi istenmekteydi[10]. Kürekçilere verilen maaş sadece vergilerden değil, bazen kişilerin vasiyetnamelerinden de karşılanmakta idi[11]. Kürekçi temini için başvurulan son yöntem de suç işleyen Osmanlı tebaasına kürek çekme cezası verilmesi idi[12].

Çalışmanın konusunu, işlenmiş olan bir suçun karşılığı olarak verilen kürek cezası oluşturmaktadır. Araştırılan dönem ise klasik dönem olarak adlandırılan Osmanlı Devletininin kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar olan kısmıdır. Bu çerçevede kanunname hükümleri, Mühimme Defterleri, Şer‘iye Sicilleri, Ahkam Defterleri ve ilgili görülen literatür taranmıştır. Konuyla ilgili olarak Mehmet İpşirli’nin 1982 senesinde kaleme aldığı “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezasıyla İlgili Hükümler” adlı makale mevcuttur.[13] Bu değerli eser, sadece 16’ıncı yüzyılın ikinci yarısını kapsamakta ve salt belirli bir katolagdaki hükümlerden yola çıkarak hazırlanmıştır[14]. Biz ise daha geniş bir zaman dilimi içinde ve tek bir katolaga bağlı kalmadan, biraz önce belirtilen çeşitli vesikaları da dikkate alarak değerlendirmede bulunduk. Ayrıca belirtmek gerekir ki mezkûr makalenin yazımı üzerinden onlarca yıl geçmiş ve bilim dünyasına yeni vesikalar, görüşler sunulmuştur. Çalışmamızda bu vesika ve görüşlere de yer verilmiştir. Makelemizi farklı kılan diğer hususta, konunun ele alınış tarzıdır: Kürek cezası, hukuki perspektiften incelenmiştir.

Bu çalışma ile bahse konu dönemde kürek cezasının hukuki niteliği belirlenmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi İslam Osmanlı Hukukunda cezalar çeşitli tasniflere konu olmuştur. Bunlar içindeki en önemlisi ve bilineni tıpkı suçlarda olduğu gibi had, kısas ve tazir ayırımıdır. Kürek cezası, had ve/veya kısas diyet cezası değildir. Zira bu cezanın miktar ve keyfiyeti nassla belirlenmemiştir. Mezkûr cezasının bu kategori içerisinde yer alan tazir cezaları arasında yer alıp almadığı çalışmada incelenmiştir. İslam Osmanlı ceza hukukunda cezalar aralarında bulunan irtibata göre tekmili, tebei, aslî cezalar olarak sınıflandırılmıştır. Bu bağlamda anılan cezanın tekmili, asli, tebeî ceza olup olmadığı tahlil edilmiştir. Cezaları tasnif eden bir başka kriter de cezanın tatbik yeridir. Buna göre cezalar, hürriyet kısıtlayıcı, nefsi ve bedeni ceza olarak üçe ayrılmaktadır. Çalışmada kürek cezası bu kategoriye göre de değerlendirilmiştir. Keza kürek cezasının şiddeti, yani diğer cezalara nazaran hangi seviyede yer aldığı belirlenmiştir. Cezaların kanuniliği, genelliği, şahsiliği ve sübjektifliği kürek cezası açısından değerlendirilmiştir. Bu cezanın hangi amaç ile ne tür suçlara uygulandığı da incelenen bir başka başlık olmuştur. Cezaya hükmetme veya cezanın infazında söz sahibi olan kamu görevlileri üzerinde de durulmuştur.

Tanımı ve Ortaya Çıkışı

Araştırmalarda kürek cezası, hapis cezasının Osmanlı donanmasında kürek çektirilerek uygulanması olarak tanımlanmıştır[15]. Bir başka tanıma göre kürek cezası, Tanzimat’tan önce ve yelkencilik devirlerinde işledikleri ağır suçlardan dolayı savaş gemilerinde[16] kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilme cezasıdır[17]. O halde kürek cezası, hapis cezasının nitelikli halidir. Hapis cezası ise suç isnadı ve yargılama sonucu mahkeme tarafından verilmiş hapis kararının infazı şeklinde kişi özgürlüğünün kısıtlanması olarak tanımlanmıştır[18]. Gerçekten, bir geminin belirli bir bölümde kalmak ve o bölümden dışarı çıkarılmamak, mahkûmun özgürlüğünü kısıtladığı için hapis statüsündedir. Arşiv kayıtları da kürek cezasının özde hapis cezası olduğunu göstermektedir[19].

Kürek cezasını nitelikli kılan husus ise, mahkûmun sadece özgürlüğünün kısıtlanmaması aynı zamanda ona kürek çekmek gibi ağır bir hizmet ifası yüklenmesidir. Klasik dönemde kürek cezasına mahkûm olmuş bir kişiye yüklenen hizmet, gemilerin hareket etmesi, yön değiştirmesi veya durdurulması için kürek çekmesidir. Cezanın bu özelliği, ismiyle o denli bağdaştırılmıştır ki, Tanzimat sonrası çıkan ceza kanunnamelerinde ağır işlerde çalıştırma cezası yine kürek cezası ifadesiyle kullanılmıştır[20].

Kürek cezasının, nefy cezasının nitelikli bir versiyonu olduğu yönünde literatürde yeni fikirler ileri sürülmektedir[21]. Bizce bu fikre katılmak mümkün değildir. Zira sürgün cezasının özünü, mahkûmun sürgün olduğu yere gitmesi oluşturmaktadır. Kürek cezasında ise mahkûmun gemide bulunuyor olmasının amacı, yerleşik olduğu mahalden uzaklaştırılmak değil; gemide çok ağır vazife yerine getirmektir.

Kürek cezasını, cezanın süresi dikkate alındığında, müebbet ve muvakkat kürek cezası olarak ikiye ayırmak mümkündür. Araştırılan döneme ilişkin arşiv kayıtlarında kürek cezası ömür boyu verilmek isteniyorsa, bu husus net bir şekilde ifade edilmiştir[22]. Kayıtlarda genelde süre belirtilmeden kürek cezasına hükmedildiği anlaşılmaktadır[23]. Ancak belirtmek gerekir ki, 1 yıldan az sürede kürek cezası infaz edilmemiştir[24]. Heyd, “küçük” suç olarak ifade ettiği suç tiplerine verilen kürek cezasının süresinin 5 ile 10 yıl olduğunu belirtmiştir[25]. Peters ise ortalama kürek cezası süresinin 8 yıl olduğunu zikretmiştir[26]. Gerçekten bir mahkûm ömür boyu kürek cezası ile cezalandırılmamışsa, kürek cezasının belirli bir süre devam edeceği ve daha sonra serbest bırakılacağı Mühimme defterlerinden anlaşılmaktadır[27].

Klasik dönem Osmanlı kanunnamelerinde ve şer‘î hukukta yer almadığı ileri sürülen[28] kürek cezasının, ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl geliştiği konusunda henüz yeterli bilgiye sahip olunmamıştır[29]. Emile Durkeim’dan aktaran Avcı’ya göre, kürek cezası, 17. yüzyılda ortaya çıkmış, çok ağır olan bu cezadan kurtulmak için mahkûmların kendi ellerini veya kollarını kestikleri, bu durumun yaygınlaşması üzerine 1677’de kendi elini kesmenin suç olarak kabul edilip ölüm cezası ile karşılanmıştır[30]. Ancak bizim tespit ettiğimiz kadarıyla bu cezanın ilk uygulamaları yine Fransa’da, daha önceki bir tarihe, 1532’e dayanmaktadır[31]. Osmanlı tarihinde ilk defa Venedik donanmasında 1543’lerde suçluların kürekçi yapılmasına başlandığı ileri sürülmektedir[32]. Bu tarihten yakın bir zaman sonra, 7 Ekim 1571 yılında yapılan İnebahtı Deniz Savaşı’nda, Osmanlı’nın yenilmesinden sonra ısdar edilen bir fermanda idam mahkûmlarının ve diğer suçluların küreğe konulmaları emredilmiştir[33].

Osmanlı’nın Çağdaşı Devletlerde Kürek Cezası

Osmanlı Devleti’nin çağdaşı devletlerinde de kürek cezasına rastlanmaktadır. Kürek cezasına ilişkin ilk yasal düzenleme ise Ordonnance d’Orléans olarak ifade edilen Fransa’da 1561’de yürürlüğe konan kanundur[34]. 1564’de 9. Çarls (Charles IX of France) kürek cezasına 10 yıldan daha az hükmedilmesini yasaklamıştır. 1669 yılında Fransız Protestanlarının göç etmesine yardım edenlere ömür boyu kürek cezası verildiği Fransız kaynaklarında yer almaktadır[35]. Fransız Kral 14. Luis, barış zamanı da dâhil olmak üzere donanmasının güçlü olmasını istemiş ve buna bağlı olarak mahkemelere mümkün olduğunca kürek cezasına hükmetmelerini emretmiştir. Hatta ölüm cezası verilmemesi, bunun yerine kürek cezasına hükmedilmesini istemiştir. Aynı kralın son dönemlerinde 1715’lerde savaş gemilerinde kürekçiye olan ihtiyaç azalmasına rağmen, kürek cezasına hükmedilmesine devam edilmiştir.

Fransa’da bu cezaya mahkûm olanlara forçat veya galérien denilmiştir. Galérien ifadesi, kadırga anlamına gelen galley kavramından gelmektedir. Kadırgaların pratikteki kullanımı zamanla azalsa bile Fransa’da 1873 yılına kadar mahkûmlara bu ifade kullanılmaya devam etmiştir[36]. Kürekçilerin çektiği kadırgalara ihtiyacın kalmaması üzerine, bu kadırgalar, hapishane gibi kullanılmaya başlanmıştır. Fransa’nın Toulon şehrinde mahkûmlar, zincirli bir şekilde gemi içerisinde hapis cezalarını çekmişlerdir. Bu şekilde ceza çeken mahkûmlara bagnes (banyo) denilmiştir. Bagnes ifadesi ilk kez İtalyanların kullandığı bagno kavramından gelmektedir. İtalyanlar ise bu kavramı İstanbul’da hamamlara çok yakın olan hapishanelerden almışlardır[37].

Görüldüğü üzere, kürek cezası başta Fransa olmak üzere Osmanlının çağdaşı birçok devletlerde uygulanmıştır. Bu ülkelerdeki temel hedef, ağır suç işlemiş olan mahkûmların beden güçlerinden yararlanmak olmuştur.

Hukuki Niteliği

Kürek cezasının hukuki niteliğinin tazir cezası olduğu yönünde birçok delil mevcuttur. Bu konuda literatürde herhangi bir tartışma yoktur[38]. Gerçekten had cezaları arasında kürek cezasına rastlanılmamaktadır. Hatta bu ceza, tazir cezasının tanımına uygun bir şekilde, unsurları tam olarak yerine getirilmediği için had cezası verilmemesi gereken durumlarda uygulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında şu belge dikkat çekicidir: “Yorgi veled-i Yani, an karye-i Dumukran: Kendi karyelerinden İstefan dirlerimiş bir kâfiri sarhoş darb idüp öldürdüğü kendü ikrarı ile hüccet olunmuşur. Alât-ı harb ile katl itmediği içün kısas olunmayup küreğe buyruldu”[39]. Diğer bir örnekte de maktulün çocuklarının yaşlarının küçük olması nedeniyle kısas talep edilememesi üzerine katillerin diyet ödemesine ve küreğe konulmasına hükmedilmiştir[40].

Bilindiği gibi cezalar, aralarında bulunan irtibata[41] göre asli, bedeli, tekmili ve tebeî ceza olarak dörde ayrılmaktadır. Kürek cezası prensip itibariyle asli ceza olarak verilmiştir. Yani bir suçun karşılığı kural olarak kürek cezası belirlenmiş ve bu fiili işleyen kişiye kürek cezası verilmiştir. Örneğin 1040 tarihli bir kayda göre Selanik’te ortaya çıkan eşkıyaların “… mu‘tâd-ı kadîm ve kânûn üzre…” küreğe verilmesi emredilmiştir[42].

Bedeli ceza ise asli cezalar herhangi bir nedenle uygulanmadığı zaman onların yerine geçen ceza olarak nitelendirilmiştir[43]. Kürek cezasının bedeli ceza olarak da uygulandığını ifade edebiliriz: Alat-ı harb ile adam öldürmediği için kısas edilemeyeceğini hükme bağlayan yukarıdaki örnek, kürek cezasının bedeli bir ceza olarak uygulandığını gün yüzüne çıkarmaktadır.

Tekmili ceza, asli ceza ile birlikte verilen ancak hâkimin müstakil hükmü ile ortaya konan ceza iken; tebeî ceza asli cezalara bağlı olarak ortaya konan, ayrıca hâkimin hükmüne gerek olmayan cezalardır[44]. Araştırmalar neticesinde kürek cezasının tebeî ceza olarak uygulandığını açıkça ortaya koyan bir belgeye rastlamadık. Ancak bahse konu cezanın nadiren de olsa tekmili bir ceza olarak uygulandığını ifade edebiliriz. Örneğin 978 senesinde Kıbrıs Seferine katılmayan askerlerden önce para cezası alınması ardından da söz konusu kişilerin küreğe gönderilmek üzere İstanbul’a getirilmesi şu şekilde emredilmiştir: “… sefere emrolunup varmayanları elegetürüp biner akça cerîmelerin aldukdan sonra kayd ü bend ile yarar âdemlere koşup Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin ki, küreğe konıla ve cem‘ olan akça[yı] der-kîse idüp Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin…”[45]

Tatbik yerine göre[46] cezalar bedeni, nefsi ve hürriyet kısıtlayıcı veya mali olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Belgeler, kürek cezasının bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir yapısının olduğuna işaret etmektedir. Kürek cezası bedeni bir cezadır, çünkü mahkûmdan kürek çekmek suretiyle bedeni bir iş beklenmektedir. Bununla beraber bu cezanın nefsi (psikolojik) ve mali bir ceza olmadığını söyleyebiliriz.

Tüm bu açıklamalardan sonra klasik dönem Osmanlı Devletinde uygulanan kürek cezasının, asli, bedeli, çok az da olsa tekmili, bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir tazir cezası olduğunu ifade edebiliriz.

Cezanın Şiddeti Açısından Kürek Cezası

Cezanın şiddetinden anlaşılması gereken husus, araştırılan cezanın, diğer cezalarla kıyaslandığında mahkûma verdiği elem, ıztırap ve/veya acının seviyesinin az ya da çok olması durumudur[47]. Osmanlı Devleti de bazı suç ve durumlarda cezanın şiddetini önemsemiş ve verilecek cezanın “eşedd-i siyaset” olmasını özellikle vurgulamıştır[48] yani suçlulara verilecek cezaların, bu cezaların şiddetleri de göz önünde bulundurularak takdir edilmesini istemiştir.

Osmanlı Devletinde kürek cezası, birçok cezadan daha ağır bir ceza olarak kabul görmüştür. Reaya da bu cezanın şiddetinin çok yüksek olduğunu, hatta bu cezaya mahkûm olan bir kişinin artık sonunun ölüm olduğunu dahi iddia etmiştir. 976 senesinde hakkındaki şikâyetler üzerine İstanbul’da yakalanıp kürek cezasına hükmedilen Mud kazasından Kara Ahmed adlı kişinin akrabalarının, yakınlarını “Onu siz öldürdünüz” diyerek rencide etmeleri ilgi çekici bir örnektir[49].

Reayanın kürek cezasının şiddetinin çok yüksek olduğu yönündeki algısını kanıtlayacak bir başka belgede, kişiler birbirlerini kürek cezasına çarptırmakla tehdit etmektedirler: 1072 senesinde İstanbul’dan koyun derisi alıp, Eyüb’e ve başka yerlere götürmenin yasak olduğu bir dönemde Eyüp debbağhanesine koyun derisi götüren kayıkçı tehdit edilmiştir: “… İstanbul’da koyun derisi alıp Eyüb’e ve ahar mahalle getirmek azîm yasakdır, elbette seni küreğe koydururuz eğer halâsın murâd edersen mahkemede bu deriler Saltıkoğlu’nundur deyü ikrar eyle deyü [kayıkcı] Yusuf[u] tahvîf etmeleri ile …”[50]. Görülmektedir ki, kürek cezası, insanları korkutmak ve tehdit etmek için kullanılacak seviyede ürkütücü, korkutucu bir niteliğe sahiptir.

Belirtildiği üzere belgeler, birçok cezanın kürek cezasından daha hafif olduğunu göstermektedir. Örneğin 977 senesinde sefer zamanı, sefere gelmeyen müsellemler hakkında yazılan fermanda “cerime ile halâs olmayup, küreğe konılmak mukarrerdir.”[51] denilerek kürek cezasının, şiddet seviyesinin yüksek olduğu ortaya konmaktadır. Bir başka örnekte de, suçlular ika ettikleri fiilin cezasının cerime-para cezası- olduğunu bildikleri için fiili işlemeye devam etmiş; Payitaht ise durumu fark edip şiddet seviyesi daha ağır bir ceza düzenlemiştir. Bu ceza da kürek cezası olarak belirlenmiştir: “… Eşkünci tâ’ifesi fermân olunan hıdmete varmayup kanûn üzre cerîme virür halâs oluruz deyü ta‘allül eyleyüp ol sebeb ile hıdmete az kimesne gelüp hıdmet avk olur” deyü bildirmişsin… Şöyle ki, cerîme virüp halâs oluruz deyü ta‘allül eyleyüp varsa ele getürilüp kürege konmak mukarrerdir…”[52].

Literatür de kürek cezasının birçok cezadan daha şiddetli bir ceza olduğunu belirtmektedir[53].

Netice itibariyle, kürek cezasının şiddet seviyesinin, birçok cezadan daha yüksek olduğunu, hatta bu cezanın idam cezasından sonra şiddeti en yüksek olan ceza olduğunu dahi ifade edebiliriz. Yukarıda verdiğimiz örnekler bizi bu kanıya ulaştırmaktadır.

Ceza Hukuku İlkeleri Açısından Kürek Cezası

Klasik dönem Osmanlı Devleti’nde uygulanan kürek cezasını, cezanın sübjektifliği, kanuniliği, şahsiliği ve genelliği gibi ceza hukuku ilkeleri açısından irdelemek faydalı olacaktır.

Cezaların kanuniliği ilkesi, hiç kimsenin belli bir suçla ilgili olarak kanunda öngörülmeyen bir ceza ile ya da kanunda öngörülen cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamayacağı anlamını taşımaktadır[54]. Araştırmalarda tazir suçlarına uygulanacak cezaların kanuniliği konusu tartışmalıdır. Bu tartışmalara girmeden kürek cezasının kanuniliği hususunda bize fikir verecek belgelere rastlamak mümkündür. 1138 tarihli belgede Padişah, kesik para kullanılmasının yasak olduğunu ve cezasının kürek olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:

“Bâ sah İstanbul kadısı faziletlü Efendi, fîma ba’d kesik para ahz u i’tâ olunmamak üzre men’ olunup eyâdi-i nâsda bulunmak için sarraflara iki yüz kise akçelik para virilmekle, imdi târih-i fermandan üç güne dek bir ferdin yedinde kesik para bulunmamak ve bulunur ise bilâ-emân küreğe vaz’ olunmak üzere esnafa ve sâirlerine tefhim için cümle esnaf kethüdaları ve mahallat imamlarını getirip, gereği gibi tenbih ve sağ Mısır parasının ahz u i’tâsında beis olmadığın tefhim eyleyesiz deyü, resmiyle kayd eyleyesiz deyu buyruldu”[55].

Belge kürek cezasının kanunilik ilkesine uygun bir şekilde düzenlendiğini göstermektedir. Padişah, suçun maddi unsurunu kesik para kullanmak olarak belirlemiş, fiili uygulayan kişilere de kürek cezası verileceğini açık bir şekilde açıklamıştır. Hatta kanunilik ilkesinin temel hedefi olan hangi eylemlerin suç olduğunun ve bu eylemlere verilecek cezanın ne olduğunun toplum tarafından önceden bilinmesi gerekliliği bu fermanda net bir şekilde görülmektedir. Padişah, kesik para kullanmanın cezasının, kürek olduğunu toplumun tüm katmanlarına duyurmak istemiştir. Bunun için de kadıdan yararlanmıştır. Buna göre kadı, bu suçun cezasının kürek olduğunu, esnafı bilgilendirmek için esnaf kethüdasını, reayayı bilgilendirmek için de mahalle imamları bilgilendirecektir. Böylece imam kendi mahallesindeki reayaya, kethüda ise kendi kolundaki esnafa kesik para kullanmanın cezasının kürek olduğunu bildirecektir. Bu şekilde, toplum, kesik para kullanmanın cezasının kürek olduğunu önceden bilmiş olacaktır.

Kürek cezasının kanunnamelerde mevcut olduğunu ve bu hükmün topluma duyurulması için çeşitli yöntemlere başvurulduğunu belirlemiş oluyoruz. Bu bilgiye bağlı olarak tartışılması gereken ikinci nokta, kanunnamelerdeki bu hükmün pratiğe yansıyıp yansımadığıdır. Belgeler, kanunnamede hükme uymayanların ilkeye uygun olarak kürek cezasına çarptırıldıklarına işaret etmektedir. Örneğin 1138 tarihinde İstanbul kadısına gönderilen bir fermanda kalp bakır işlemenin cezası kürek cezası olarak belirlendiği iletilmiştir[56]. Aynı sicilde bu yasağa uymayan Aslan ve Kiryako ve Yani ve Pireşkova ve Yasef ve diğerlerinin kürek cezasına çarptırıldıkları şöyle kaleme alınmıştır: “… Lefter mesfûrâna on altı nefer zimmiler kazancı hırfetinden olup yedlerinde kalb bakır evânî bulunup, kethüdaları ma’rifetiyle ahz ve huzur-ı âlilerine çıkarıldıklarında Tersâne-i âmirede küreğe vaz’ olunalar deyû lisanen ferman buyrulup …”[57].

Bir başka ceza hukuku ilkesi, cezaların genelliği ilkesidir. Cezaların genelliği, suç işleyen herkese din, dil, ırk, cinsiyet ve benzeri ayırım yapmaksızın aynı şekilde cezai müeyyidenin uygulanmasıdır[58]. Kürek cezasına bu açıdan bakıldığında, mahkûmun zimmî, kadın ve köle olmasının bu cezanın uygulanmasına nasıl etki yaptığı önem kazanmaktadır.

Arşiv belgeleri, zimmîlerin de kürek cezasına çarptırıldıklarını göstermektedir. Örneğin Marmara kazasının Bergos köyüne misafir olarak gelip, kadı huzurunda İslam’ı seçen şahsı kaçıran ve mahkemeyi basıp sicili parçalayan Yorgi v. Bisa ve oğlu Kostantin kürek cezası ile cezalandırılmıştır[59]. Vasiyete ilişkin 1102 tarihli bir şer‘iye sicilinde, oğullar babalarının mirasını paylaşırken, babalarının zimmî bir kürekçiden alacağının olduğunu belirtmişlerdir[60]. Belirtmek gerekir ki alelade zimmîler değil rahip rütbesine sahip olmuş olan zimmî dahi, ayinlere aykırı hareket etmesinden ötürü kürek cezası ile cezalandırılabilmiştir[61]. Zimmîlere kürek cezası verildiğine dair örnekleri çoğaltmak mümkündür[62].

Yaptığımız araştırmalar neticesinde hiçbir kadının kürek cezasına çarptırılmadığını ifade edebiliriz. Köleler için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Ancak daha önce de belirtildiği gibi savaş esirleri şeklinde köle statüsünde olanlardan kürek çekmek üzere faydalanılmıştır ki bu kişilere forsa denilmektedir. Ancak bu kişiler prensip itibariyle bir suçun karşılığı olarak kürek cezası çekmemekte, köle olmanın gereğini yerine getirmektedirler.

Yönetici sınıf-reaya ayrımı açısından da kürek cezası irdelendiğinde, hem yönetici sınıfa hem de tebaaya bu cezanın verildiği görülmektedir. Yönetici sınıftan özellikle reayaya zulmedenlere kürek cezanın verildiği dikkat çekmektedir[63]. Keza görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine de bu ceza verilmiştir. Örneğin 978 tarihli bir kayda göre Anavarin Kalesi muhafızı Mehmed, Hızır adlı kişinin kaleden kaçmasına yardım etmesinden ötürü kürek cezası ile cezalandırılmıştır[64]. Belgeler, ulemadan kimselerin dahi kürek cezası ile cezalandırıldığını göstermektedir: Hamideli beyi ve kadısına yazılan yazıda kötü hallerden dolayı hakkında şikâyet söz konusu olan Eğirdir naibinin küreğe konulmak üzere Rodos beyine gönderilmesi istenmiştir[65].

Bir diğer ceza hukuku ilkesi cezaların şahsiliği ilkesidir. Cezaların şahsiliği, herkesin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen sorumlu olması, ceza çekmesi; başka bir kişinin bundan dolayı sorumlu olmaması şeklinde anlaşılmaktadır[66]. Bu konuda İslam Hukukunun ana kaynaklarında epeyce delil mevcuttur[67]. Kürek cezası da klasik dönem Osmanlı uygulamasında prensip itibariyle bizzat mahkûm tarafından çekilmektedir. Bu kuralın istisnasını kefalet sistemi oluşturmaktadır. Hakikaten, toplum iradesi ve bir kişinin başka bir kişiye kefil olmasının çok önemli olmasından ötürü, cezaların şahsiliği ilkesinin kürek cezası açısından uygulanmadığına ilişkin arşiv belgeleri mevcuttur: “… Hazret-i Ebi Eyyub Ensâri’de Piri Paşa Bostanında Bostancı Dimo’ya kefil olup ve mezbur Dimi miri kafirler ayardup, basılup, kendü gaybet idüp, ele girmeyicek kefili küreğe gönderildi… 29 Şevval 970”[68]

Cezaların sübjektifliği bir başka ceza hukuku ilkesidir. Bu ilke, işlenen fiil ile kişi arasında manevi bağı ifade etmektedir[69]. İslam-Osmanlı Ceza Hukukunda, cezalar manevi (sübjektif) sorumluluk esasına dayanmaktadır. Klasik dönem Osmanlısında kürek cezası, failin ika ettiği fiili kasten veya taksir ile işlemesi halinde uygulanmaktadır. Örneğin, 967 senesinde hisareri Mehmed b. Mahmud, yetkisi olmadan belli bir miktar para iltizam etmiş; kendisinin kethüdasının durumu mahkemeye taşıdığında da suçunu kabul etmiş ve kürek cezası ile cezalandırılmıştır[70].

Tüm bu açıklamalardan yola çıkarak kürek cezasının araştırılan dönemde prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun olarak, suçun manevi unsuru da dikkate alınarak, toplumun hemen hemen tüm katmanlarına uygulandığını ifade edebiliriz. Burada dikkat çekici olan iki nokta vardır. Bunlardan ilki hiçbir kadına ve köleye böyle bir cezanın verilmemesidir. Diğer husus da devletin işleyişinde önemli bir yer tutan kişilerin birbirine kefil olması durumunun, kürek cezasının şahsilik ilkesine aykırı bir şekilde uygulanmasına yol açmış olmasıdır.

Kürek Cezasına Mahkûmiyeti Doğuran Haller

Kürek cezasına çeşitli şekillerde hükmedilebilmektedir. Bunlardan ilki, bir suçun kanuni cezası olarak doğrudan bu cezanın verilmesi; diğeri de fail başka bir ceza ile cezalandırılmasına rağmen cezasının küreğe çevrilmesidir. İkinci durum, iki şekilde tezahür etmektedir: Suçlu ya daha hafif bir ceza ile cezalandırılmış ancak cezası infaz edilirken bir suç işlediği için veya başka bir nedenden ötürü cezası küreğe çevrilmiştir. Diğer şekilde ise suçlu idam gibi daha ağır bir ceza ile cezalandırılmışken, cezasının küreğe çevrilmesi söz konusudur.

Vereceğimiz ilk örnek, daha hafif bir ceza ile cezalandırılmış bir mahkûmun cezasının daha sonra kürek ile değiştirilmesine ilişkindir. Hakikaten, kalebent cezasının infazı sırasında bir suç işlenmesi halinde daha ağır bir ceza olan kürek cezası verildiği Osmanlı belgelerinden anlaşılmaktadır: “Draç kazasının bir kalesinde Mehmet isimli birinin hırsız ve ehl-i fesad olması sebebiyle küreğe konulmasına dair El-basan sancağı beyine…7 şevval 973/1565”[71].

Cezaların kürek cezasına çevrilmesinde belirleyici olan nokta her zaman mahkûmun kendisi olmamıştır. Devlet bazı hallerde mahkûmların cezalarını küreğe kendiliğinden çevirmiştir. Bu husus genelde donanmanın kürekçiye ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Örneğin 966 senesinde idamdan başka cezalara mahkûm olanların küreğe konulmak üzere Anapoli kaptanına teslim edilmesine ilişkin ferman düzenlenmiştir[72]. Bu belgeyi nitelikli kılan husus, genelde tam tersi uygulamanın mevcut olmasıdır. Yani genelde idam cezasına mahkûm olanların, idam edilmeyip kürek çekmek üzere kaptanlara teslim edilmesi istenmiştir.

Kürek cezası her zaman diğer cezaların dönüşümü ile hükmedilen bir ceza değildir. Daha önce belirtildiği gibi, asli ceza olarak da kürek cezasına hükmedilmiştir. Yapılan araştırmalar birçok suç tipine kürek cezasının verildiğini göstermektedir. Cezanın kanuniliği ilkesinde derinlemesine anlatılan örnekte olduğu gibi, kesik para kullanmak bu cezayı hak etmeye yeterli bir nedendir. Kastın aşılması suretiyle adam öldürme, boza işleme[73], zorla kız veya kadın kaçırma, hırsızlık[74], hırsızlığa yoldaşlık, hırsızlıkla itham, yan kesicilik, kalp bakır imalatı ve kullanımı, kumarbazlık, berat çalma, sahte belge yazma, zindandan esir kaçırma, kalpazanlık, köle soyma, kamu hizmeti vazifesini yerine getirmeme[75] gibi suçlara kürek cezası verildiği gibi, dini mahiyette bazı suçlara da bu ceza verilmektedir. Örneğin, kelime-i küfür söyleme, alenen şarap içme, adam öldürme, yaralama, katle yardım ve yoldaşlık, cariye dövme, ev basma, yola inme, haramilik, livata, ırza tecavüz, namahreme tutunma gibi fiillere kürek cezası verilmiştir[76]. Sadece İslam dini açısından suç olan fiillere değil, Hıristiyanların ayinlerine mugayir hareket eden kişiler de kürek ile cezalandırılmıştır[77].

Gıda maddelerinin tağşişi veya eksik gramajlı gıda maddesi imali itiyadi suça dönüşürse yine kürek cezası verilmiştir. Kendiliğinden teslim olmayan eşkıyaya da kürek cezası verilebilmekteydi. Mahpusun firarına yardımcı olmak, yaralamaya iştirak, haneye tecavüz[78], zina kastıyla eve girmek, resmi narhtan fazlaya mal satmak, düşman ülkesine harp aletleri, at ve zahire verilmek kürek cezasıyla cezalandırılmıştır[79]. İflas edip tefecilerin eline düşenlere azami %15 faiz öngörülmesine rağmen tefeciler, %40, 50 gibi miktarlarda halkı daha da zor duruma düşürüyorlar, bunları köle gibi çalıştırıyorlar, karşı gelenleri ise hapse attırıp ömür boyu zindanda kalmalarını sağlıyorlardı. Bunun üzerine padişah tarafından ısdar edilen adaletnamede %15’den fazla aldığı sabit olan tefecilerden faizin geri alınacağı, sahiplerine iade edileceği ve tespit edilenden daha fazla faiz almaya devam edenlerin tutuklanıp paytahta gönderileceği ve müebbet küreğe konulacağı ifadesi geçmektedir[80]. Hatta günümüzde önemsiz sayılan ve küçük cezalarla geçiştirilen ormandan ağaç kesme[81], suyollarını kirletme ve alenen şarap içme suçlarına bile kürek cezası verilmiştir[82]. Millet sistemini bozduğu gerekçesiyle mezhep değiştirme için propaganda yapan 4 Ermeniye de kürek cezası verilmiştir[83].

Anlaşılmaktadır ki, kürek cezası asli ceza olarak birçok suç tipine uygulanabilmiştir. Bu suç tipleri, ağaç kesmekten adam öldürmeye varıncaya kadar geniş bir yelpazeden oluşmaktadır. Ancak bu cezaya sadece asli ceza olarak rastlanılmamaktadır. Gerek mahkûmûnun kötü hali, gerekse devletin re’sen takdiri ile birçok mahkûm daha hafif veya daha ağır bir ceza almışken cezaları kürek cezasına çevrilebilmiştir. Kürek cezasına mahkûmiyeti doğuracak çok geniş bir suç katalogunun olması ve çeşitli yöntemlerle bu cezaya hükmedilmeye çalışılması, devletin kürekçiye olan ihtiyacı ile açıklanabilir. Devlet ne zaman kürekçiye ihtiyaç duysa o vakit çeşitli yöntemlerle bu cezaya başvurmaya çalışmıştır[84].

Cezanın Amacı ve Yargılama Merci

Cezalandırmaktaki amacı açıklayan teoriler, netice teorileri (araççı, faydacı teoriler) ve neticeci-olmayan teoriler olmak üzere ikiye ayrılmıştır[85]. Neticeci teorinin temelinde, cezanın uygulanmasından sonra bir “iyilik” ve/veya “fayda” doğuracağı fikri vardır. Bu teorideki amaç, genellikle suç işleme oranlarının azaltılmasıdır[86]. Neticeci-olmayan teoriler ise genelde “karşılığını verme” ile ifade edilir ve bu teoriye göre, ceza, ek bir yarar/fayda/ iyilik getirmese bile, cezayı uygulama yönünde bir pozitif ödev olduğu için uygulanmalıdır. Bu yaklaşıma göre ceza, bir araçtan ibaret değildir.

Araştırdığımız dönemde uygulanan kürek cezalarına baktığımızda kürek cezası neticeci teoriye uymaktadır; çünkü bu cezanın uygulanması ile donanmanın ihtiyacı olan kürekçi ihtiyacı karşılanmaktadır. Devlet, bu cezanın uygulanması ile bir fayda elde etmektedir. Biga sancakbeyine yazılan fermanda, Midilli Beyi Mustafa Bey’in yanındaki suçlu gemisi noksanı için küreğe konulmak üzere birkaç suçlu göndermesi istenmiştir[87]. Bu manadaki örnekleri çoğaltmak mümkündür[88].

Osmanlı Ceza Hukuku genel teorisinde cezanın amaçlarından biri de cezanın ibretlik olmasıdır[89]. Bu genel bilginin klasik dönem Osmanlı ceza hukukunda kürek cezası açısından da geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Örneğin 977 senesinde nöbet yerine varmayarak, vazifesini yerine getirmeyen eşkinciler hakkında Padişah “Süddei sa‘adetüme gönderesin ki küreğe konıla ve nöbetlü yörükleri sefer-i hümâyûna ihrâc idüp, muhâlefet idenleri Südde-i sa‘âdetüme gönderesin ki, anlar dahı küreğe konılup, sâirlerine mûcib-i ibret ve nasîhat ola.”[90] diyerek kürek cezasının caydırıcılık etkisinden yararlanmak istemiştir.

Kürek cezasına hükmetmeye yetkili olan merci önem arz eden bir başka husustur. Şiddet seviyesinin yüksek olmasından ötürü olsa gerek, bu ceza, kural olarak Padişah emri ve/veya Divan-ı Hümayun kararı ile verilmiştir. Belgeler, sorumlu olduğu bölgede kamu düzenini bozan bir kişinin varlığı halinde kadının durumu Paytahta bildirdiğini, kürek cezasının da burada hükme bağlandığını göstermektedir[91]. Kararın emr-i şerif ile verildiğine ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkündür[92].

Cezasının İnfazı ve Sona Ermesi

Kürek cezasının infaz tarzını hükmü veren mahkeme belirlemez, o, infaz idaresince takdir olunurdu. Haklarında kürek cezası verilen kişiler, genellikle önce İstanbul’a getirilmekte, buradan da cezalarını çekecekleri yerlere gönderilmektedir[93]. Bu durumun istisnası, kamu düzenin bozulduğu yerin cezanın infazının yerine getirileceği yerle aynı olmasıdır[94]. Mühimme Defterlerinin bize gösterdiğine göre, Divan-ı Hümayun’dan yazılan emir ile kürek cezasının infazı için suçlular genelde Akdeniz’de ada konumunda olan yerlerin beylerine gönderilmektedir. Hakikaten 967 tarihli bir kayda göre Paytahtın, Rodos beyine gönderdiği fermanda, ülkenin çeşitli yerlerinden İstanbul’a kürek cezası çekmek üzere suçluların geldikleri, tüm bu suçlular hakkında defter tutulduğu ve bu suçluların kürek çekerek istihdam edilmek üzere Rodos eyaletine gönderildiği yazılıdır[95].

Kürek cezasına mahkûm olanlar ile forsalara, “vardiyan”[96] adı verilen görevliler nezaret ederdi[97]. Gemi, hareket etmediği zaman, suçlular Tersane zindanında ikamet ettirilirlerdi. 16. yüzyılda esir ve suçluların konulduğu Tersane zindanı üç bölümden ibaretti. Birinci bölümde gemi inşasında çalıştırılan sanatkârlar, ikinci bölümde hiçbir sanatı olmayan ve donanmada kürek çekmeye mecbur olanlar kalıyor, üçüncü bölüm ise hastane olarak kullanılıyordu[98].

Belirtildiği üzere kürek cezası, hapis cezasının bir türüdür. Kişinin hürriyetinden mahrum kalması ile o kişinin gündelik hayatı da sekteye uğramaktadır. Kürek cezasına mahkûm olan bazı kişiler, Padişahtan, kendileri cezalarını çekerken, geride bıraktıkları hayatlarının da bir şekilde sürmesini talep etmişlerdir. Örneğin 1097 senesinde kürek cezasına çarptırılan İbrahim adlı kişi, kürek cezasını çekerken, dükkânının açılmasını ve içindeki evrak ve eşyaların vekiline teslim edilmesini talep etmiştir. Bu talep makul görülmüş ve dükkân açılmış ve eşyalar vekile teslim edilmiştir[99].

Bahse konu cezanın son bulması çeşitli şekillerde olabilmekte idi. Mahkûmun vefat etmesi, doğal olarak cezanın son bulması anlamına gelmektedir. Af, cezanın nihayete ermesi için gereken yöntemlerden biridir. Ancak cezanın affa uğraması ancak emr-i şerif ile mümkündür. Hakikaten 1040 tarihli belgede, Kumkapı’da üç kişiyi bıçakla yaralamak suçundan dolayı 1038 senesinde kürek cezasına çarptırılan Yaralı Yusuf adlı kişinin “günâhı afvolunup ıtlâk olunmak fermânum olmağla” denilerek serbest bırakılması emredilmiştir[100]. 967 tarihli bir başka kayda göre Padişah, kürek çekmek üzere Rodos’a gönderilen mahkûmların “gönderilen defter mûcebince yoklayup alup dahı küreğe koyup istihdâm eyleyüp emr-i şerîfüm olmadın ıtlâk itmeyesin” diyerek bu konudaki yetkisini net olarak ortaya koymaktadır[101]. Bu manadaki örnekleri çoğaltmak mümkündür[102].

Kürekçiler çok uzun süre bu vazifeyi yaptıktan sonra yaşlı olmaları ve sadakatlerine güvenilmesi halinde azat edilebilmektedirler. Örneğin, Yuvan Elyo adlı bir esir, otuz yılı aşkın bir süredir Rodos kadırgalarında kürek çekmiş, yapmış olduğu iyi hizmete binaen serbest bırakılmış ve diğer kürekçilere vardiyan olarak atanmıştır[103].

Hukuka aykırı bir şekilde kürek cezasına çarptırılanlar da daha sonra yapılan araştırmalara göre suçsuz bulunurlar ise serbest bırakılmıştır. Hakikaten Mehmed oğlu Mustafa adlı kişi, seferde hırsızlık yaptığı gerekçesi ile kürek cezasına çarptırılmış, ancak suçun sübut etmediği daha sonra ortaya çıktığı için serbest bırakılması emredilmiştir[104]. Bazı hallerde hatanın düzeltilmesi seneler almaktadır. Örneğin Mora’ya tâbi Kartine kazâsı ahalisinden olup ticaret için Asitâne-i Sa‘âdet’e gelirken yolda kefil bulamadığından küreğe konulduğu ve on üç senedir bu cezayı çektiği yolunda şikâyette bulunan Bortodor adlı kişinin adı Mücrim Defterinde bulunmadığı için serbest bırakılmıştır[105].

Rastlanılan bir şer‘iye sicilinde, kürek cezasından kurtulmak için mahkûm yakınlarının para vermeye çalıştıklarını anlıyoruz. Hakikaten 1096 senesinde Fatıma bt. Mansur Tersane zindanında hapiste tutulan oğlu Mehmed’i kürekten kurtarmak için Mısırlı el-Hac Selim’e belirli bir miktar para ve altın verdiğini, ancak oğlunun hâlâ kürek cezası çektiğini ve bu nedenle de mezkûr Selim’e vermiş olduğu para ve altınları geri istediğini kadıya bildirmiştir. Kadı, iddiasını ispat edecek bir delil istemiş; ancak Fatıma bir delil sunamamıştır. Bunun üzerine, el-Hac Selim’e yemin teklifinde bulunulmuş, Selim de Fatıma’dan herhangi bir şey almadığına ilişkin yemin etmiştir[106].

SONUÇ

Klasik dönem olarak ifade edilen kuruluştan Tanzimat’a kadar olan dönemde Osmanlı Devletinde uygulanan kürek cezası hakkında yaptığımız araştırmalar neticesinde şu sonuçlara varılmıştır.

Daha ziyade Mühimme Defterlerinde görülen kürek cezası literatürün de genel görüşüne uygun olarak bir tazir cezası türüdür. Kanaatimiz bu cezanın nitelikli bir hapis cezası olduğu yönündedir. Cezayı nitelikli kılan husus ise mahkûmun sadece hürriyetinin kısıtlanmaması, ona ayrıca bir kamu hizmeti yükümlülüğü yüklenmesidir. Bazı araştırmalarda ortaya atılan bahse konu cezanın nefy cezasının bir çeşidi olduğu yönündeki görüşe katılmıyoruz.

Bu cezayı Osmanlı’nın çağdaşı devletler de sıklıkla uygulamışlardır. Bu açıdan bakıldığında Fransa dikkat çeken ülkedir. Zira Batı’da bizim tespit ettiğimiz kadarıyla bu cezayı ilk uygulayan ülke Fransa’dır. Bahse konu ülkede 1532 yılında ilk kez uygulanan kürek cezası ile ilgili olarak 1561’de ilk yasal düzenleme hazırlanmıştır.

Kürek cezası, kural olarak asli ceza olarak kullanılmıştır. Ancak belgeler, bu cezanın bedeli ve nadiren de olsa tekmili ceza olarak uygulandığına da işaret etmektedir. Tatbik yerine göre kürek cezasına bakıldığında bu cezanın bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı bir ceza olduğunu ifade edebiliriz.

Mezkûr cezanın şiddet seviyesinin birçok cezadan daha yüksek olduğunu hatta bu cezanın idam cezasından sonra en şiddetli ceza olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya koyduğumuz belgeler reayanın dahi böyle düşündüğünü gün yüzüne çıkarmıştır.

Prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun bir şekilde uygulanan kürek cezası, zimmiMüslüman, reaya-askeri ayırımı yapılmadan toplumunun hemen hemen tüm kesimleri için hükme bağlanabilmiştir. Ulemadan kimselere dahi uygulanan bu cezanın bu konudaki istisnalarını kadınlar ve köleler oluşturmaktadır. Zira hiçbir kadın veya köleye kürek cezası verildiğine rastlanılmamıştır. Şahsilik ilkesi de kürek cezası açısından kural olarak uygulanmıştır. Ancak rastlanılan bazı belgeler, kişilerin birbirine kefil olmasının, kürek cezasının şahsilik ilkesine aykırı bir şekilde uygulanmasına yol açtığını göstermektedir.

Araştırılan cezaya iki şekilde hükmedilebilmiştir. Bunlardan ilki asli ceza olarak bu cezaya hükmedilmesidir. Çalışmanın içerisinde de net bir şekilde görüldüğü gibi hırsızlıktan, ağaç kesmeye varıncaya kadar birçok suça bu ceza verilebilmiştir. Bu cezaya mahkûm olmaya sebep olan ikinci husus ise, mahkûmun cezasının değiştirilerek küreğe çevrilmesidir. Bu da iki şekilde olabilmiştir. İlk olarak mahkûm, daha hafif bir ceza çekerken, suç işlemeye devam eder, bunun karşılığı olarak da cezası küreğe çevrilir. İkinci husus ise devletin ihtiyaca istinaden bazı suçluların cezasını re’sen küreğe çevirmesi durumudur.

Bu cezanın uygulanması ile donanmanın ihtiyacı olan kürekçi temin edilmekte idi. Bu bilgi bu cezanın, cezanın amacını açıklamaya çalışan neticeci teoriye yakın olduğunu göstermektedir. Zira bu şekilde, cezadan bir fayda elde edilmek istenmiştir. Mezbur ceza aynı zamanda diğer kişilere ibret olması için yani umumi caydırıcılık amacına da uygun olarak da kullanılmıştır.

Şiddet seviyesinin yüksek olmasından ötürü olsa gerek ki bu ceza Divan-ı Hümayun ve/veya padişah emri ile hükmedilen bir cezadır. Padişahın bu konudaki yetkisi, bu cezayı çeken kişilerin affa uğraması konusunda da kendisini göstermektedir. Zira kürek cezasından serbest bırakılmak ancak emr-i şerif ile olabilmektedir.

Gemi teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak donanmalarda kürekçiye olan ihtiyacın kalkması ile kürek cezası teknik olarak uygulanmamaya başlamıştır. Ancak cezanın ismi kullanılmaya devam etmiştir. Tanzimat ve sonrası dönemde kürek cezası, donanmalarda kürek çekmek şeklinde değil, özellikle ağır bir kamu hizmeti görmek şeklinde uygulanmıştır. Bu da bize göstermektedir ki klasik dönemde uygulanan kürek cezasının mahkûma kamu hizmeti gördürme niteliği, bu cezadan öğrenilen bilgi, edinilen tecrübe olmuştur. Günümüzde içinde ülkemizin de bulunduğu birçok devlet hâlâ mahkûmları kamu hizmetinde kullanmaya devam etmektedir.

Kaynaklar

  • Akıllı (Acar), Tuğba 3 Nolu Nefy ve Itlak Defteri’nin (s.1-100) Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, SBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Tokat, 2006.
  • Akman, Mehmet, Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2004.
  • Akşit, Cevat, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, Gaye Vakfı, İstanbul, 2004.
  • Aydın, Bilgin, Tak, Ekrem, İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2008.
  • Atay, Sabri, Kılıç, Hüseyin, Karaca, Yılmaz, Erol, Raim, Kahriman, Salih, Recep, Fuat, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 46 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2011
  • Avcı, Mustafa, “Osmanlı İnfaz Hukukundaki Gelişmelere Genel Bakış”, SÜHFD, C. 12, S. 3-4, Konya, 2004 (İnfaz), s. 87-161.
  • __________, “Osmanlı Uygulamasında İnfazı Özellik Gösteren Hapis Türleri: Kalebentlik, Kürek ve Prangabentlik”, Yeni Türkiye Dergisi Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Özel Sayısı III, Ankara, 2002 (Kürek), s. 128-148.
  • __________, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, Gökkube Yayınları, İstanbul, 2004.
  • __________, “Osmanlı Hukukunda Hapis Cezası”, Khuka, C. 5, S. 1, Kayseri, 2002, (Hapis), s. 19-35.
  • Aydın, Mehmet Âkif, Türk Hukuk Tarihi, Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1999.
  • Barkan, Ömer Lütfi, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları-I, İstanbul, 1943.
  • Baytimur, Suha Oğuz, 25 Numaralı Kal’abend Defteri, Fırat Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 2005.
  • Bostan, İdris, “XVI-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Tersaneleri ve Gemi İnşa Teknolojisi”, Yeni Türkiye 701 Türkiye Osmanlı Özel Sayısı, S. 31, Ankara, 2000, s. 620-629.
  • Centel, Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, İstanbul, 2002.
  • Cin, Halil-Akyılmaz, Gül, Türk Hukuk Tarihi, 5. Baskı, Sayram Yayınları, Konya, 2013.
  • Cin, Halil-Akgündüz, Ahmed, Türk Hukuk Tarihi, C. 1, Osav Yayınları, İstanbul, 1995.
  • Çakır, İbrahim Etem, 10 Numaralı Mühimme Defteri’nin (s. 179- 356) Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi, Atatürk Üniversitsi SBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Erzurum, 2006.
  • Dağcı, Şamil, İslam Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1996.
  • Durant, Will and Ariel, The Age of Louis XIV. The Story of Civilization, Vol. 8. NY: Simon and Schuster, 1963; http://manakin.addr.com/durant.htm e.t: 24.09.2013.
  • Erol, Rasim, Kahriman, Salih, Recep, Fuat, Atay, Sabri, Kılıç, Hüseyin, Karaca, Yılmaz, İstanbul Kadı Sicilleri İstanbul Mahkemesi 12 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2010.
  • Esen, Hüseyin, İslam’da Suç ve Ceza “İslam Hukukunda Cezai Sorumluluk, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006.
  • Gerber, Haim, “Osmanlı Hukukunda Şeriat, Kanun ve Örf 17. Yüzyıl Bursa’sı Mahkeme Kayıtları” (Çev. Mehmet Akman), MÜHF Hukuk Araştırmaları, C. 8, S. 1-3, İstanbul, 1994, s. 265-293.
  • Gökcen, Ahmet, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunların Ceza Müeyyideleri, İstanbul Üniversitesi, SBE, yüksek lisans tezi, İstanbul, 1989.
  • Günalan, Rıfat, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 3 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2011.
  • Günaltan, Rıfat-Mert, Talip, İstanbul Kadı Sicilleri Galata Mahkemesi 15 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2012.
  • Heyd, Uriel, Studies in Old Ottoman Criminal Law, Oxford At the Clarendon Press, 1973 (Ottoman Criminal).
  • Heyd, Uriel, “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, Türk Hukuk ve Türk Kültür Tarihi Üzerine Makaleler, Haz. Ferhat Koca, Ankara, 2002, s. 45-65.
  • İnalcık, Halil, “Adaletnameler”, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adâlet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.75- 191.
  • İpşirli, Mehmet, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezasıyla İlgili Hükümler”, İÜEF Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 12, İstanbul, 1982, s. 203-248.
  • İzgi, Şuayib, 986 (1578) Tarihli 32 Numaralı Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006.
  • Karakaş Doğan, Fatma, Cezanın Amacı ve Hapis Cezası, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2010.
  • Kaytaz, Fatma, 88 No’lu Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006.
  • Kılıç, Hüseyin, Kahriman, Salih, Recep, Fuat, Atay, Sabri, Erol, Rasim, Karaca, Yılmaz, İstanbul Kadı Sicilleri Eyüb Mahkemesi (Havass-ı Refiâ) 74 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2011.
  • __________, Karaca, Yılmaz, Erol, Rasim, Kahriman, Salih, Recep, Fuat, Atay, Sabri, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 54 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2011.
  • Kılınç, Ahmet, Mukayeseli Hukuk ve Hukuk Tarihinde Teşhir Cezası, Adalet Yayınevi, Ankara 2014.
  • Maden, Mehmet, Hapis Cezasına Seçenek Yaptırımlar, Adalet Yayınevi, Ankara, 2012.
  • Mumcu, Ahmet, Divan-ı Hümayun, Phoenix Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2007.
  • Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2007.
  • Öztel, Muharrem, “Osmanlı İdaresi’nin İhtikâra Bakışı ve İhtikâr Suçunun Cezası”, Journal of Academic Social Science Studies (JASS), Volume 5, Issue 6, Aralık, 2012, s. 397-420.
  • Öztürk, Bahri, Erdem, Mustafa R., Özbek, Veli Özer, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri, 4. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1998.
  • Paşazade, Orhan, 9 Numaralı Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006.
  • Peters, Rudolph, Crime and Punishment in Islamic Law, Cambridge University Press, Cambridge, 2007.
  • Recep, Fuat, Atay, Sabri, Kılıç, Hüseyin, Karaca, Yılmaz, Erol, Rasim, Kahriman, Salih, İstanbul Kadı Sicilleri İstanbul Mahkemesi 24 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul, 2010.
  • Udeh, Abdulkadir, Mukayeseli İslam Hukuku ve Beşeri Hukuk, (Çev: Ruhi Özcan-Ali Şafak) Rehber Yayıncılık, Ankara, 1990
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTKY, Ankara, 1988.
  • Yazıcı, Muhammed, “Osmanlı Dünyasında İçki İçme Suçuna Dair Bazı Gözlemler (XVI. Yüzyıl)”, The Jornal of Academic Social Sicience Studies (JASS), Volume 5, Issue 8, Aralık, 2012, s. 1317- 1332.
  • Yurtseven, Yılmaz, Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Taz’ir Suç ve Cezaları, Selçuk Üniversitesi, SBE, yüksek lisans tezi, Konya, 2001.
  • Yüce, Oğuzhan, 59 Numaralı Mühimme Defteri’nin Özetli Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Atatürk Üniversitesi, SBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Erzurum, 2007.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 7 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 37, Ankara 1999.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 3 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 6 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 25, Ankara 1995.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 5 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 21, Ankara 1994.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 12 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 33, Ankara 1996.
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 85 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 60, Ankara 2002.
  • http://tr.wikipedia.org/wiki/Buhar_makinesi e.t: 23.09.2013.
  • http://en.wikipedia.org/wiki/Galley_slave e.t.: 24.09.2013.

Dipnotlar

  1. Buhar makinesi, buharın içinde var olan ısı enerjisini, mekanik enerjiye dönüştüren dıştan yanmalı bir motordur. Çalışma prensibi olarak, ısı enerjisini alan su buharlaşarak genişler ve bir odacığa alınır, odacık soğutulduğunda sıvı hale geçen buhar vakum yaratır böylece mekanizmaların hareket alması ile mekanik enerjiye yani işe dönüşür. http://tr.wikipedia.org/wiki/Buhar_makinesi e.t.: 23.09.2013.
  2. 787 yılına kadar buharlı motorlar sadece su pompalarını ve tekstil makinalarını çalıştırmak için kullanılmıştı. 22 Ağustos 1787 tarihinde ise Amerikalı mucit John Fitch (1743-1798) ilk vapuru Delaware Nehri’ne indirmiştir. http://tr.wikipedia.org/wiki/Buhar_makinesi e.t: 23.09.2013.
  3. Gemideki kürekçilerin büyük bir çoğunluğu forsalardan oluşuyorsa, bu gemilere forsa gemileri denilmekteydi; BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No: 2241, s. 139, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 37, Ankara 1999.
  4. “Haliya (şimdi) evvel-baharda (bahar başı) inşâallâhü Teala deryaya donanma-yı hümayunum çıkmak emrim olup kürekçi lazım olmağın taht-ı livanızda vaki kadılıklara her yirmi haneye bir kürekçi tayin olunup…” BOA, 7 numaralı Mühimme Defteri, s. 241, sene 975; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTKY, Ankara 1988, s. 515’den naklen. Donanmaya her sene ne kadar kürekçi gerekiyorsa maliye tarafından sancak ve kazalara hükümler gönderilerek istendiği kadar kürekçi ihracına ilişkin örnek arşiv belgeleri için bk. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No: 692, s. 308, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993; BOA, 5 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No: 329, s. 236, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 21, Ankara 1994.
  5. Uzunçarşılı, s. 482; Mustafa Avcı, “Osmanlı İnfaz Hukukundaki Gelişmelere Genel Bakış”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (SÜHFD), C. 12, S. 3-4, Konya 2004, s. 123. “… Haslar kadısı[na]…kaza-i mezburda vâki’ yüzyirmi avârız hanelerinin yetmiş bir senesine mahsûb olmak üzere avarızları mukabilince kürekçi bedelleri tahsili fermanım olmağla …” Hüseyin Kılıç, Salih Kahriman, Fuat Recep, Sabri Atay, Rasim Erol, Yılmaz Karaca, İstanbul Kadı Sicilleri Eyüb Mahkemesi (Havass-ı Refiâ) 74 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2011, s. 62, Hüküm No: 23.
  6. “…Mevlana İstanbul Kadısı … tevki’-i refi’-i hümayûn ma’lum olucak mâlûm ola ki, inşâallâhu Te’alâ işbu sâl-i ferhunde-fâlda evvel-bahâr-ı huceste-âsârda derya yüzüne çıkacak Donanma-yı hümayunum kadırgaları için ziyâde kürekçi tedarük ve ihrazı lazım ve mühim olmağla … bin yetmiş yedi senesine mahsûb olmak üzere her yedi hanesinden bir nefer kürekçi hesabı üzre… vakt u zamanıyla cem’ ... teslim-i tersane ettirilmek fermanım olmuşdur… şehri Cumadelahire sene seb’a ve seb’în ve elf ” Rıfat Günalan, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 3 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2011, s. 880, 881, Hüküm No: 1151.
  7. “Bozacı tâifesinden … Yuvab v. Niko nâm zimmi … takrîr-i kelam edip mukaddemâ Ben Balat’da bozacı olmağla bin yetmiş üç senesine mahsûb olmak üzere tâifemize tarh olunan ordu ve kürekçi ve sâir şâkkadan cümle tâifemizin hesâbları üzre rızâ ve ma’rifetleriyle hissemize isabet eden cem’an yirmi kıt’a esedi guruşu kethudamız mezkur Mehmed Beşe’nin emriyle mezkur Tanaş’a teslim edip…”; Rasim Erol, Salih Kahriman, Fuat Recep, Sabri Atay, Hüseyin Kılıç, Yılmaz Karaca, İstanbul Kadı Sicilleri İstanbul Mahkemesi 12 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s. 849, Hüküm No:1164. Bu manadaki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bk. Günalan, s. 820, Hüküm No: 1070. Kayıkçı ve peremecilerden de kürekçi için vergi alındığına ilişkin kayıt için bk. Hüseyin Kılıç, Yılmaz Karaca, Rasim Erol, Salih Kahriman, Fuat Recep, Sabri Atay, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 54 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2011, s. 91, Hüküm No: 59. Kürekçi bedeli, esnaf arasında hukuki uyuşmazlık konusu dahi olmuştur. Örneğin, 1138 tarihli kayda göre, arka hamallar kethüdası, saraçhane hamallarının kürekçi bedelini ödemediğine ilişkin dava etmiştir: “… arka hamallarının kethüdaları olan Mustafa b. El-Hac Ahmed, Saraçhane-i âmire’de dükkanlarından iktisab ve intifâ’ ederlerken kurbunda olan hamamlarla bâ ferman-ı âli nâzil olan kürekçi bedelinden imdâd ve i’ânetden imtinâ’ ederler deyü da’vâ ettikde …” Fuat Recep, Sabri Atay, Hüseyin Kılıç, Yılmaz Karaca, Rasim Erol, Salih Kahriman, İstanbul Kadı Sicilleri İstanbul Mahkemesi 24 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s. 214, Hüküm No: 136. Esnaftan kürekçi bedelini toplama yetkisi kethüdalara aittir. Konuya ilişkin kayıtlar için bk. Recep, vd, 24 Numaralı Sicil, s. 511, 512, Hüküm No: 296 ve s. 341, Hüküm No: 259. Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkündür.
  8. Unkapanı’nda bulunan hamalların genç olanlarının kürekçi olarak çalıştırıldığına ilişkin kayıt için bk. Sabri Atay, Hüseyin Kılıç, Yılmaz Karaca, Raim Erol, Salih Kahriman, Fuat Recep, İstanbul Kadı Sicilleri Bâb Mahkemesi 46 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2011, s. 493, Hüküm No: 588.
  9. “Bolu ve Viranşehir sancakları mutasarrıfı vezir Ali Paşaya hüküm ki, mûteberân-ı rical-i devlet-i aliyyemden hâlâ Tersane-i âmirem emini Seyyid Abdurrahman Bey dâme mecduhunun takdim eylediği bir kıta memhur takriri mefhumunda Tersane-i âmirem hazinesine berveçh-i ocaklık tayin olunan mebaliğden avârız-ı kürekciyân-ı Bolu malından 1475 kuruş ve Bolu sancağı kalyoncu bedeliyesi on bin kuruş ki cem’an on bir bin dörtyüz yetmişbeş kuruş, 1229 senesine mahsûben teslim olunmadığını ve mebaliğ-i mezkûre sâbıka Bolu sancağı mutasarrıfı Abbas Paşa’nın makbuzı olduğunu müş’ir zuhur eden defâtir mucebince düyununa idhal olunmuş olduğuna binaen…sene 1230 ” (Cevdet Tasnifi Bahriye Vesikalar, numara 5730); Uzunçarşılı, s. 483, dp. 2.
  10. “Hükm-i şerif-i pâdişâhi… Kocaeli sancağı kadıları… hümâyûn vâsıl olıcak malûm ola ki bundan akdem taht-ı kazânızdan bir mikdar kürekci … yazılıp ba’dehû avârız emr olunup çıkan avârız akçesinden kürekcinin … birer aylık ulufelerinin alıkoyup bâki kalan akçeyi defteriyle kapıma gönderesin ve kürekci … yedlerinde hazır edesin… Rebi’ulevvel sene 926” Bilgin Aydın, Ekrem Tak, İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2008, Hüküm No: 782, s. 418, 419.
  11. Ölen başpapaz Devlet Agob’un “… helakından sonra cemî’ malının sülüsünü ifraz ve kilise-i mezkure avârızına ve kürekçi bedeline ve bir mikdarı dahi kilise-i mezkure fukarasına tevzi’ oluna deyu vasiyyet…” ettiğine ilişkin kayıt için bk. Atay, vd., 46 Numaralı Sicil, s. 331, Hüküm No: 362. Papaz kilisenin ödemesi gereken kürekçi bedelinin, kendi malından ödenmesini hedeflemiştir.
  12. Gemilerde esir forsalarla, Türk kürekçiler karışık olarak bulunurlardı. Bu güvenlik amacıyla yapılan bir uygulama idi. Savaş zamanlarında gemide sadece forsa bulunması halinde, bunlar düşman tarafın kazanması yönünde çalışabilir, kürekleri ona göre hareket ettirebilirlerdi; Uzunçarşılı, s. 483.
  13. Mehmet, İpşirli, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezasıyla İlgili Hükümler”, İÜEF Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 12, İstanbul, 1982.
  14. 986 numaralı Kâmil Kepeci Tasnifi Kataloğu’nda 677-678 genel, 1-2 özel numaralarda kayıtlı 955- 1116/1548-1704 tarihleri arasındaki kayıtları ihtiva eden Çavuşbaşı Defterlerinde Divan-ı Hümayûn’da alınan kararlar neticesi hapis cezası verilenlerin veya sürgüne gönderilenlerin isimleri ve tarihleri verilmiştir. Mehmet İpşirli’nin yayınladığı bunlardan 677 numaralı defterdir, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 108, İstanbul 2010, s. 96.
  15. Halil Cin, Gül Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, 5. baskı, Sayram Yayınları, Konya 2013, s. 284.
  16. Esasında kürek cezası kanaatimizce sadece savaş gemilerinde çekilen bir ceza değildi; taş, hububat gibi çeşitli eşya taşıyan gemilerde de kürek cezası çeken mahkûmlar çalıştırılmakta idi. Aynı yönde görüş için bk. Uriel Heyd, Studies in Old Ottoman Criminal Law, Oxford, Clarendon Press 1973, s. 307.
  17. Tuğba Akıllı (Acar), 3 Nolu Nefy ve Itlak Defteri’nin (s. 1-100) Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi SBE, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2006, s. 351.
  18. Mustafa Avcı, “Osmanlı Hukukunda Hapis”, KHukA, C. 5, S. 1, Kayseri 2002, s. 20.
  19. “Mustafa b. Hamza: Mezkûr yankesici olduğı müseccel olup, dokuzyüz yetmiş Ramazanının on üçünde habs olunup, hâliyâ (halen) küreğe virildi”. İpşirli, s. 242.
  20. Ömer Lütfi Barkan, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları-I, İstanbul 1943, s. 72; Avcı, İnfaz, s. 123 dp. 216. Örneğin mahkûmlar, ayaklarında demir olduğu halde, inşa olunacak devlete ait binalarda taş taşımak ve toprak kaldırmak gibi hizmetlerde çalıştırılmışlardır. Ahmet Gökcen, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunların Ceza Müeyyideleri, İstanbul 1989, s. 40.
  21. Tuğba Akıllı Acar, tezinde “Pranga-bendlik, kala-bendlik ve küreğe konulma cezaları nefy cezalarını da içine alan ancak nefy cezalarından daha ağır olan cezalardır.” diyerek, kürek cezasının nefy cezasının bir türü olduğunu belirtmektedir.
  22. 138 senesinde kalp bakır işleyenlerin müebbet kürek cezasına çarptırılacakları şu şekilde belirtilmiştir: “Bâ sah İstanbul kadısı faziletlü Efendi … fimâ ba’d kalb işlemeyip içlerinden hafıyyeten kallâb bulunursa ahz ve huzurumuza getirmek üzre ta’ahhüd eylemek şartıyla fetva-yı şerifeleri tescil ve i’lâm eyleyesiz sırren ve alenen tefahhus olunup ahz olundukda müebbed ümera-i deryâ sefînelerine vaz’ olunacakların dahi kendilerine tefhim eyleyesiz, kethüdâları dahi basiret üzre olup kalb iş bulunmakdan ziyade tevakki edip ağraz-ı nefsaniyyeye tâbî’ ve celb-i menfa’at sevdasıyla esnaf-ı mezbureyi rencide eder ise … ta’zir ile te’dib olunacağın … deyu buyruldu ”, Recep vd., 24 Numaralı Sicil, s. 197, Hüküm No: 115.
  23. “İpsala kadîsına ve Vize yürükleri sübaşısı Pîrî’ye hüküm ki: Sen ki kadîsın; mektûb gönderüp onbası olan Ali-oglı Nûrî mahfil-i şer‘a gelüp eşkünci tâ’ifesi bu sene suyolı Hıdmetine fermân olınup tâ’ife-i mezbûrdan kasaba-i mezbûrda Abdî Halîfe mahallesinde sâkin olan Hüseyin b. Koca, mahall-i mezbûra fermân-ı şerîf mûcebince gitmek tenbîh ü te’kîd olındukda mezbûr, emr-i serîfe itâ‘at itmeyüp hıdmetine gitmedügin arz itmişsin. Buyurdum ki: Vardukda, göresin; arz itdügün gibi ise mezbûrı tutup Kavala kapudanına teslîm idesin ki, kürege konıla.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 26, 27, Hüküm No: 50, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993. Bir başka örnek için bk. Aynı yer, s. 138, Hüküm No: 300.
  24. İpşirli, s. 213.
  25. Heyd, Ottoman Criminal, s. 306.
  26. Rudolph Peters, Crime and Punishment in Islamic Law, Cambridge University Press, Cambridge 2007, s. 99.
  27. 975 tarihli bir kayda göre suçları sabit olmuş kişiler hakkında Piyale Paşa’ya yazılan fermanda “… mezburları tutup te’dib içün bir mikdar zaman küreğe koyasın ve mücrim defterine dahı ol vechile işaret idesin ki, unudılup kürekde kalmayalar”; BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri, C. I, s. 207, Hüküm No: 417, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 37, Ankara 1999.
  28. İddiayı ilk ortaya atan Uriel Heyd’dir. Heyd, 16 yüzyılda hem Şeriata hem de Osmanlı kanunnamelerine yabancı olan bir cezanın, kürek cezasının ortaya çıktığını belirtmektedir; Heyd, Ottoman Criminal, s. 304. Kürek cezasının örfi hukuktan gelme iddiası için bk. Haim Gerber, “Osmanlı Hukukunda Şeriat, Kanun ve Örf 17. Yüzyıl Bursa’sı Mahkeme Kayıtları” (Çev. Mehmet Akman), MÜHF Hukuk Araştırmaları, C. 8, S. 1-3, İstanbul 1994, s. 281.
  29. İpşirli, s. 206.
  30. Emile Durkheim, Ceza Evriminin İki Kanunu, (Çev. H. Topçuoğlu), Ankara 1966, s. 15; Mustafa Avcı, “Osmanlı Uygulamasında İnfazı Özellik Gösteren Hapis Türleri: Kalebentlik, Kürek ve Prangabentlik”, Yeni Türkiye Dergisi Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Özel Sayısı III, Ankara 2002, s. 138, dp. 95.
  31. http://en.wikipedia.org/wiki/Galley_slave e.t.: 24.09.2013.
  32. Mehmet Akman, Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, Eren Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 133.
  33. Uriel Heyd, “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, Türk Hukuk ve Türk Kültür Tarihi Üzerine Makaleler, Haz. Ferhat Koca, Ankara 2002, s. 65; Aynı yönde görüş için bk. Gökcen, s. 43.
  34. http://en.wikipedia.org/wiki/Galley_slave e.t.: 24.09.2013.
  35. Will ve Ariel Durant, The Age of Louis XIV. The Story of Civilization, C. 8. NY: Simon and Schuster, 1963, s. 69-75; http://manakin.addr.com/durant.htm e.t: 24.09.2013.
  36. http://en.wikipedia.org/wiki/Galley_slave e.t: 24.09.2013.
  37. http://en.wikipedia.org/wiki/Galley_slave e.t: 24.09.2013.
  38. Halil Cin, Ahmed Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, C. 1, Osav Yayınları, İstanbul 1995, C. 1, s. 272; Mehmet Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Yayınları, İstanbul 1999, s. 202; Cin, Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, s. 284; Heyd, Ottoman Criminal, s. 304.
  39. 8 Mayıs 1563, 677 numaralı Çavuşbaşılık defterinden aktaran, İpşirli, s. 221.
  40. “Mezkurlar… Pir Ali bin Çalabvermiş … üzerine gelüp katl idüp, ikrar ve itiraflarıyla sicil olup ve maktul-i mezkurun evlad-ı sigarı olmakla bi-hasebi’ş-şer’ siyaset lazım gelmeyip, mezbur katillerin emlak ve esbabları sattırılup, maktul-i mezkurun eytamına diyet hükmolup kendüler küreğe gönderilmiştir.” 25 Eylül 1564, İpşirli, s. 239.
  41. Abdulkadir Udeh, Mukayeseli İslam Hukuku ve Beşeri Hukuk, (Çev: Ruhi Özcan-Ali Şafak) Rehber Yayıncılık, Ankara 1990, C. II, s. 207.
  42. “[Yev]mü’s-Sülâsâ, fî 11 C., sene: 1040 Bâ-hatt-ı hazret-i efendi. Selanik monlâsına ve Selanik sancağında vâkı‘ olan kâdîlara hüküm ki: Hâliyâ; taht-ı kazânuzda ba‘zı eşkıyâ zuhûr idüp nice fesâd ü şenâ‘at itmeleriyle re‘âyâ vü berâyâ ve sâyir ahâlî-i vilâyete zarar u te‘addîleri olduğı i‘lâm olunmağın, ol makûle eşkıyâ vü mücrimler mu‘tâd-ı kadîm ve kânûn üzre her kande bulunurlar ise bi-eyyi vechin kân elegetürilüp bi’l-fi‘l Selanik Sancağbeği olan ( ) dâme ızzühûnun gemisine küreğe virilmek emridüp buyurdum ki: Vusûl buldukda, ol makûle Şer‘le üzerlerine cürm sâbit olan eşkıyâ vü mücrimleri mu‘tâd-ı kadîm ve kânûn üzre bi-eyyi vechin kân elegetürüp dahı mîr-i mûmâ-ileyhün gemisine teslîm eyleyesiz.”, BOA, 85 Numaralı Mühimme Defteri, s. 73, Hüküm No: 114, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 60, Ankara 2002.
  43. Cin, Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, s. 255.
  44. Cin, Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, s. 255.
  45. Metnin tamamı için bk. BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri, C. 1, Hüküm No: 64, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 33, Ankara 1996.
  46. Udeh, C. II, s. 207.
  47. Ahmet Kılınç, Mukayeseli Hukuk ve Hukuk Tarihinde Teşhir Cezası, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, s. 41.
  48. 967/1559’da Budin beylerbeyine yazılan emirde haydutluk, haramilik, yol kesme, adam kaçırma, mal kaçırma gibi suçları işleyen kişilerin “… her ne tarîkla olursa ele getürüp eşedd-i siyâset ile haklarından” gelinmesi istenmiştir. BOA, 3 Nolu Mühimme Defteri, Hüküm No: 516. Aynı defterin 558’inci hükmüne göre de kışın seferde kışlanılması emrolunduğu için zeamet ve tımar sahiplerinden harçlıklarının muaccelen tahsil edilip harçlıkçılara teslim edilmesi gerekmektedir. “Şöyle ki, hükm-i şerîfüm mûcebi ile amel olınmayup ihmâlinüz sebebiyle asker halkınun harclıgı tamâm irişmeye veyâhûd geç gele veyâhûd kimesneye bel‘ u ketm itdüresiz, aslâ özrün makbûl olmayup azl ile iktifâ olınmayup eşedd-i ikab ile mu‘âkab olmanuz mukarrerdür.” denilerek Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa ikaz edilmektedir. BOA, 3 Nolu Mühimme Defteri, Hüküm No: 558. 993’de Erzurum’a hareket eden Serdar Osman Paşa ordusuna ilhak etmek üzere Mısır çavuşlarından ve müteferrikalarından dörder yüz kişinin hazırlanıp gönderilmesi aksi takdirde eşedd-i ikabla cezalandırılacağı hakkında Mısır beylerine yazılan hüküm için bk. Oğuzhan Yüce, 59 Numaralı Mühimme Defteri’nin Özetli Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Atatürk Üniversitesi SBE, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2007, s. 112, Hüküm No: 162.
  49. “Fî 12 Muharrem, sene: 976 İçil begine ve Mud kâdîsına hüküm ki: Dârendegân Mehmed ve İmîrze nâm kimesneler; “Mud kazâsından Kara Ahmed nâm kimesnenün zulmünden şikâyete gelüp hakkında beglerbegiden ve kâdîlardan arz u sûret-i siciller getürüp mezkûr Kara Ahmed Südde-i Sa‘âdetümde elegirüp küreğe konılup ol husûs içün ba‘zı akribâsı; “Mezbûrı yolda katleyledünüz.” diyü bunları rencîde idüp te‘addî iderler.” diyü bildürdükleri ecilden buyurdum ki: Göresiz; mezkûr[lar] ı mezbûr küreğe konılan kimesne içün; “Siz katlitdünüz.” diyü rencîde iderler ise itdürmeyüp Şer‘-i Şerîfe muhâlif kimesneye iş itdürmeyesiz; memnû‘ olmayanı yazup bildüresiz”; BOA, 7 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No: 1692, s. 258, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 37, Ankara 1999.
  50. Davayı açan Saltık oğlu İsak adlı bir zimmidir, İsak aslında bu derilerle kendisinin bir bağlantısının olmadığını tespit ettirmek için dava açmıştır. Tam metin için bk. Kılıç vd, 74 Numaralı Sicil, s. 190, Hüküm No: 187.
  51. “Yazıldı. Kethüdâsı Çıldır’a virildi. Fî 22 Ramazân sene 977. Çirmen begine hüküm ki: Livâ-i mezbûr müsellemlerinin ba‘zısı fevt olup yerleri sipâhi ve sipâhi-zâde ve sâir re‘âyâ eline düşmekle müsellemlerin ellinci harçlığına kemâl-i mertebe müzâyakaları olduğın i‘lâm eyledüğin ecilden defter ve kānûn üzre yerleri veya resimleri alıvirilmek içün livâ-i mezbûr kādîlarına emr-i hümâyûnum gönderilmişdir. Buyurdum ki:Ol emr-i şerîfüm mûcebince defter ve kānûn üzre müsellemlere müteveccih olanı alıvirüp, dahı tenbîh ü nidâ itdüresin ki bu def‘a vâkı‘ olan, sefer-i hümâyûnuma gelmeyen müsellemler cerîme ile halâs olmayup, küreğe konılmak mukarrerdir. Ana göre her birisi mukayyed olup, emr-i şerîf-i sâbıkım mûcebince zâde ve zevâdlarıyla seninle sefer-i hümâyûnuma gelüp gireler.”; Orhan Paşazade, 9 Numaralı Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s. 23, 24, Hüküm No: 54.
  52. 4 Muharrem 987 tarihli bu Mühimme kaydı için bk. Şuayib İzgi, 986(1578) Tarihli 32 Numaralı Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s. 144, Hüküm No: 605.
  53. İpşirli, s. 239, İpşirli’nin konuyla ilgili vermiş olduğu örnek vesika için bk. dipnot 40; Akıllı (Acar), s. 67.
  54. İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2007, s. 104.
  55. Recep vd, 24 Numaralı Sicil, s. 43, Hüküm No: 15.
  56. “Bâ Sah İstanbul kadısı faziletlü Efendi … fimâ ba’d kalb işlemeyip içlerinden hafıyyeten kallâb bulunursa ahz ve huzurumuza getirmek üzre ta’ahhüd eylemek şartıyla fetva-yı Şerifeleri tescil ve i’lâm eyleyesiz sırren ve alenen tefahhus olunup ahz olundukda müebbed ümera-i deryâ sefîlerine vaz’ olunacakların dahi kendilerine tefhim eyleyesiz, kethüdâları dahi basiret üzre olup kalb iş bulunmaktadan ziyade tevakki edip ağraz-ı nefsaniyyeye tâbî’ ve celb-i menfa’at sevdasıyla esnaf-ı mezbureyi rencide eder ise .. ta’zir ile te’dib olunacağın … deyu buyruldu ” Recep vd, 24 Numaralı Sicil, s. 197, Hüküm No: 115.
  57. Recep vd., 24 Numaralı Sicil, s. 197, Hüküm No: 116.
  58. Cevat Akşit, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, Gaye Vakfı, İstanbul 2004, s. 52, 53; Şamil Dağcı, İslam Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 36; Udeh, C.1, s. 306; Kılınç, Teşhir, s. 77.
  59. “Marmara kâdîsına hüküm ki: Mektûb gönderüp; “Kazâ-i Marmara’dan Bergos nâm karyeye hâricden bir müsâfir zimmî gelüp hâricden nâhıye-i Marmara’dan nâib olan Muhyiddîn’ün mahkemesine varup İslâma gelüp “Alî” diyü tesmiye olunup ımâme giyer iken karye-i mezbûreden Tavlazar(?) dimekle ma‘rûf Yorgi veled-i Bisa(?) ve oglı Kostantin nâm zimmîler kendülere tâbi‘ birkaç müfsid ile cem‘ olup mahkemeyi basup kapusın pâreleyüp; “Dîn gayretidür(?).” diyü mezbûrı dögüp sicill-i mücelledi pâreleyüp mezbûr yeni müslimânı çeküp başından dülbendin alup âhar vilâyete iletüp nâ-bedîd idüp envâ‘-ı hakâretler itmişlerdür.” diyü arzitdügün ecilden buyurdum ki: Hasan Çavuş vardukda, mezbûrları ve yoldaşların elegetürüp gay[be]t idenleri yataklarına ve tevâbi‘larına ve küfelâsına ve bi’l-cümle şer‘le buldurması lâzım olanlara buldurup dahı arzitdügün üzre şer‘le sâbit olursa –ki, mezkûrı katl itmişler ise şer‘le sâbit ola– kâtillere şer‘le lâzım gele[ni] yirine koyup yoldaşların kayd ü bend ile kürege komak içün mezkûr çavuşa teslîm idesin. Eger kâtil sâbit olmazsa cümle bu fesâda mübâşir olanları kürege gönderesin. Ammâ; bu bahâne ile bu bâbda medhali olmayanlara dahl olunmayup ve ehl-i fesâda himâyet olunmakdan hazer idüp hakk üzre olasın.”; BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri, C. 1, s. 239, 240, Hüküm No: 323, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 33, Ankara 1996.
  60. “… vefat eden Halil Efendi b. İbrahim’in veraseti … oğulları … ve İbrahim’e münhasıra olduğu şer’an zahir ve … müteveffa-yı mezburun hayatında Osman nam kimesneye verdiği seksen guruş ve kürekçi zimmi zimmetinde olan yüz guruş ki…” Kılıç vd, 54 Numaralı Sicil, s. 174, Hüküm No: 182.
  61. “Zikr-i atî râhibin bulunduğu mahallin kâdîsına hüküm ki İstanbul ve tevâbi‘i Rum Patriki ve Der-‘aliyye’mde mukîm cemâ‘at-i metropolidân mühürlü ‘arzuhâl gönderüp Silivri nâhiyesi mütemekkinlerinden Vasil nâm râhib kendü hâlinde durmayup vazîfesinden olmayan umûra sülûk ve âyînlerine mûgayir harekât-ı kabîheye cesâret birle mefsedet-i hilesin icrâdan hâli olmayup bi’d-defa‘at pend ü nush olundukda serîmû isgâ itmeyüp vücûhla müstehakk-ı te`dîb olduğun bildirüp müfsid-i mesfûr nâhiye-i mezbûr ve havâlîsinde ve sâ`ir her ne mahalde bulunur ise yasakcı ma‘rifetiyle ahz ve vaz‘-ı kürek olunmak içün Der-‘aliyye’me ihzâr olunmak bâbında emr-i şerîfim ricâ itmeleriyle vech-i meşrûh üzere yasakcı ma‘rifetiyle ihzâr ve küreğe vaz‘ olunmak bâbında fî evâhiri ZÂ (Zi’l-ka‘de) sene 205”. Bk. Suha Oğuz Baytimur, 25 Numaralı Kal’abend Defteri, Fırat Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 2005, s. 235.
  62. 972 senesinde Salina kazâsı havâss-ı hümâyun hâsları emini Hızır hakkında sikâyette bulunan zimmîlerden şirret ü şekâvetleri sicil olunanların kürege konulmak için Südde-i Sa‘âdete gönderilmesine ilişkin kayıt için bk. BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri, C. II, s. 8, Hüküm No: 812, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 25, Ankara 1995.
  63. Yılmaz Yurtseven, Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Taz’ir Suç ve Cezaları, Selçuk Üniversitesi SBE, yüksek lisans tezi, Konya 2001, s. 106. 967 tarihinde Filibe kadısına yazılan yazıda reayaya taaddisi olan Subaşı Memi’nin küreğe konulmak üzere İstanbul’a gönderilmesi istenmiştir; BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 571, Hüküm No: 1287, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  64. “Anavarin dizdârı Mustafâ’ya virildi. 15 L., sene: 978 Mora begine hüküm ki: Hâlâ Anavarin Kal‘ası müstahfızlarından Paşa-zâde dimekle ma‘rûf Mehmed nâm kimesne kal‘a-i mezbûrenün cânib-i garbîsinde olan küçük kapu üstinde kal‘aya muttasıl kal‘a dîvârına Hamrveli-oglı(?) Hızır nâm kimesne ile gice içinde yatsudan sonra kazık kakup bir alaca urganı kazıga baglayup mezbûr Mehmed urgan sarkıtup hısârdan taşra çıkup yoldaşı mezbûr Hızır dahı sarkmak sadedinde iken kal‘a pâsbânları tuyup müslimânlara haber virüp ma‘rifet-i şer‘le mahall-i merkûmun üzerine varılup fi’l-vâkı‘ dîvâra muttasıl kakılmış kazıgla bir alaca urgan bulup mezbûrlar idügi sâbit ü müseccel olup sûret-i sicil Südde-i Sa‘âdetüme arzolunmagın mezbûrlarun elegetürilüp kürege konılmasın emridüp buyurdum ki: Vardukda, te’hîr u terâhî itmeyüp mezbûrları bi-eyyi tarîkın kân kefîllerine ve yataklarına ve turaklarına ve bi’l-cümle şer‘le buldurması lâzım olanlara buldurup dahı kayd ü bend ile yarar âdemlere koşup Anabolı Kapudânı Pervîz dâme mecdühûya gönderesin ki, anda olan kaliteye kürege koya ki, sâyirlere mûcib-i ıbret ü nasîhat ola. Ammâ; bile koşup gönderdügün âdemlere muhkem tenbîh ü te’kîd eyleyesin ki, yolda ve izde onat vechile hıfz u hırâset idüp gaybet itdürmekden ziyâde hazer ideler.”, BOA, 12 Numaralı Mühimme Defteri, C. 1, Hüküm No: 154, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 33, Ankara 1996.
  65. “Yazıldı. Âdemi Mehmed’e virildi. Fî 28 Ramazân sene 967 Hamîd-ili begine ve kadîsına hüküm ki: Sen ki sancakbegisin, mektûb gönderüp Ca‘fer nâm müteveffâ müderrisin Hadîce nâm kızın Mustafa nâm velîsi bir kimesneye nikâh itdükden sonra Egirdir nevâhîsine nâ’ib olan Hayreddîn nikâh-ı mezbûrı fesh idüp, nâkih-ı gayr-ı hâzıra, velîsi ma‘rifetsüz nikâh itdügin ve niyâbet nâmına gündüz fâhişelerle oturup fisk u fücûr itdüginden gayrı bundan akdem ehl-i seferden bir kimesnenün hâtûnına: “Sen fâhişesün” diyü töhmet idüp cebren bir kimesnenün, evinde emânet koyup gice ile getürdüp tasarruf itdügin i‘lâm itdügün ecilden buyurdum ki: Vusûl buldukda, arz olınan husûs, arz olındugı üzre mezbûrun üzerine sâbit ü zâhir olmış ise mezbûr nâ’ibi kayd ü bend ile Rodos begine gönderüp teslîm eyleyesin ki, kürege koşup emirsüz ıtlâk itmeye ve teslîm olındugına müsârunileyhden mühürlü temessük alup zikr olınan temessüki ve mezbûrun cerîmesinün sûretin mühürleyüp Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 557, 558, Hüküm No: 1256, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993. Ulemadan kişilerin kürek cezası ile cezalandırıldıklarına ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkündür. Örneğin şer‘a muhalif durumu bulunduğu bildirilen Bozöyük kazâsına tâbi Leyne nâhiyesi naibi Muslihiddin’in naiblikten alınarak kürege konulmak üzere Südde-i Sa‘âdete gönderilmesine ilişkin 972 tarihli kayıt için bk. BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri, C.II, s. 48, Hüküm No: 891, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 25, Ankara 1995.
  66. Hüseyin Esen, İslam’da Suç ve Ceza “İslam Hukukunda Cezai Sorumluluk”, Yeni Akademi Yayınları, İzmir 2006, s. 89.
  67. Enam 164, İsra 15, Fatır 18, Zümer 7, Necm 38 ayetler ile “Kişi babasının ve kardeşinin suçundan dolayı sorumlu tutulamaz” şeklindeki Hadis, şahsilik ilkesini ortaya koymaktadır. Dağcı, s. 35; Cin, Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, s. 253.
  68. İpşirli, s. 223.
  69. Özgenç, 2. baskı, s. 223.
  70. “Yazıldı. Rodos begi Ahmed Beg’ün kethudâsına virildi. Fî 13 Rebî‘u’l-evvel sene 967. Rodos begine hüküm ki: Mektûb gönderüp bi’l-fi‘l Rodos’da hisâr-eri olan Mehmed b. Mahmûd nâm kimesne bundan akdem Rodos begi olan Ali dâme ulüvvuhû nâmına bir tezvîr arz ile cezîre-i Rodos’da Salkoz ve ana tâbi‘ hâsları sene 966 Muharreminün gurresinden üç yıla altmış bir bin üç yüz yigirmi sekiz akçaya ba‘zı kuyûd ile iltizâm idüp geldükde mîr-i müşârünileyhün kethudâsı mezkûrı meclis-i şer‘a ihzâr idüp bu husûs içün sana arz virilmemişdür. Tezvîri arz ile iltizâm eylemişsindür diyü da‘vâ eyledükde tezvîri arz i[t]dügine i‘tirâf idüp sicil dahı olınmış iken el-ân tezvîr ü telbîsden ve şirret ü şekavetden hâlî olmayup hakkından gelinmek lâzım idügin arz eyledügün ecilden kürege komasın emr idüp buyurdum ki: Fermân-ı şerîfüm mûcebince mezkûrı kürege koşup emrüm olmadın ihrâc eylemeyesin.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 273, hüküm no: 611, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  71. Uzunçarşılı, s. 81; Muharrem Öztel, “Osmanlı İdaresi’nin İhtikâra Bakışı ve İhtikâr Suçunun Cezası”, The Journal of Academic Social Science Studies (JASS), C. 5, Sy. 6, Aralık 2012, s. 412.
  72. “Yazıldı. Kurd Kethudâ’ya virildi. Fî yevm-i mezbûr. Agriboz sancagı kâdîlarına hüküm ki: Hâliyâ taht-ı kazânuzda bi-hasebi’s-şer‘i’ş-şerîf cerîmesi sâbit ü zâhir olan ehl-i fesâd ve mücrimleri salb [ü] siyâsete müstahık olanlardan gayrı, mücrimleri sûret-i sicilleri ile bile Anabolı kapudanına teslîm olınmasın emr idüp buyurdum ki: Vardukda göresin; anun gibi taht-ı kazânuzda cürm-i galîzi zâhir olup şer‘ile salb ü siyâsete müstahık olanlardan gayrı, mahbûs mücrim var ise emrüm üzre anun gibi mücrimleri ne mikdâr ise defter idüp sûret-i cerîmeleri ile müşârünileyhün hükm-i şerîfümle varan âdemîsine teslîm eyleyesin ki kürege koşa. Ammâ bu bahâne ile kendü hâllerinde olanlara hilâf-ı şer‘-i kavîm dahl olınmakdan ve ehl-i fesâda dahı himâyet olmakdan hazer idesin ve her birinüz taht-ı kazânuzda olan mücrimlerün sâbit olan cerîmelerin ve ne mikdâr mücrim teslîm olındugın ale’l-esâmi defter idüp mühürleyüp bir sûretin Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin.”, BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 138, Hüküm No: 300, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993. Benzer yöndeki bir başka belge için bk. Aynı yer Hüküm No: 923.
  73. Muhammed Yazıcı, “Osmanlı Dünyasında İçki İçme Suçuna Dair Bazı Gözlemler (XVI. Yüzyıl)”, The Jornal of Academic Social Sicience Studies (JASS), C. 5, Sy. 8, Aralık 2012, s. 1321.
  74. “Yazıldı. Kethüdâsına virildi. Fî 15 Ramazân sene 977 İnebahtı begi Alî Beg’e hüküm ki ve sâbıkā Yenice-i Karasu kādîsına ve Zihne kādîsına hüküm ki: Kazâ-i Zihne’den Zelecik nâm karyeden Receb bin Pîrî ve karye-i Kızıldere’den Derviş bin Solak ve karye-i Zihne’den Ahmed bin Yarıcı nâm kimesneler hırsuz ve harâm-zâde oldıkları istimâ‘ olınmağın ele getirilüp, küreğe virilmesin emr idüp buyurdum ki: Vardukda mezkûrları hüsn-i tedârükle ele getürüp, dahı fesâd ü şenâ‘atleri ne olup ve ol yerin halkı haklarında ne vechile şehâdet itdüklerin sicill idüp kendüleri sûret-i sicilleriyle Kavala kapudânına gönderesiz ki, küreğe koşup istihdâm eyleye. Vâkı‘ olan sicillerin bir sûretin Südde-i Sa‘âdetüme gönderesiz ki cem‘ defterine kayd olına.”, Paşazade, 9 Numaralı Mühimme Defteri, s. 74, Hüküm No:20.
  75. Bk. dipnot 23; Bir başka örnek için bk. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 62,63, Hüküm No: 122.
  76. İpşirli, s. 210-211; Heyd, Ottoman Criminal, s. 305.
  77. Bk. Dipnot 61.
  78. “Yazıldı. Arz getüren Memi’ye virildi. Fî 25 Şevvâl [sene 966] Kadî-asker Efendi arz idüp emrün üzerine işâret itmek buyurıldı. Bayrâmlu kadîsına hüküm ki: Mektûb gönderüp taht-ı kazândan Hacı nâm kimesne Memi nâm kimesnenün gice ile fi‘l-i kabîh kasdına evine duhûl idüp bundan esbak dahı niçe def‘a bu makûle fi‘li sicill olındugın bildürmişsin. İmdi mezkûr, kürege gönderilmesin emr idüp buyurdum ki: Varıcak, emrüm üzerine mezkûrı Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin ki kürege koşıla ve hâliyâ mezbûrdan sâbık olan sicillerinün sûretin dahı ihrâc idüp bile gönderesin.”, BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 82, Hüküm No: 168, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  79. Avcı, Kürek, s. 139-140.
  80. “… 10’u bir buçuk (%15)tan ziyade muameleye ruhsat verilmemiştir, her kim 10’u bir buçuktan ziyade muamele edip fukaraya zulüm ve teaddi eylerse gelip medyun tazallüm eyledikte … ziyade ne miktar akçesin almış ise ba‘de’s-sübut asl-ı mala hesab edip ziyadesin geri ashabına, alıverip … her kim memnu olmaz ise mecal vermeyip muhkem habsedip yarar adamlara koşup mukayyed ve mahbus Dergah-ı Muallama gönderesiz ki, müebbed küreğe konula…”, Halil İnalcık, “Adaletnameler”, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adâlet, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 125-126; Avcı, Hapis Türleri, s. 140.
  81. “Vize Kadısına hüküm ki; Vize’den Midye’ye varınca ol mâbeynde vaki olan koruya Balkanın öte canibinden bazı kimesneler davarların götürüp ağaçların yukarısın davarları için kesmekle koruya külli teaddi ederler imiş. Buyurdum ki; vardıkta zikrolunan koruya celep koyunundan gayri bir ferdi koymayıp ağaçları kırdırmayasın, eslemeyip muhalefet edenleri tutup küreğe gönderesin … 973/1566 ”, BOA, 5 Numaralı Mühimme Defteri, S 479, sıra 1292; Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun, Phoenix Yayınları, 3. baskı, Ankara 2007, s. 115; Avcı, Hapis Türleri, s. 140 dp. 121.
  82. Avcı, Hapis Türleri, s. 140.
  83. Mustafa Avcı, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, Gökkube Yayınları, İstanbul 2004, s. 385.
  84. Aynı yönde görüş için bk. Heyd, Ottoman Criminal, s. 304, 305 ve Peters, s. 99.
  85. Mehmet Maden, Hapis Cezasına Seçenek Yaptırımlar, Adalet Yayınevi, Ankara 2012, s. 5. Cezanın amacını açıklayan teoriler daha başka şekillerde de sınıflandırılmıştır. Örneğin Centel, cezalandırılmanın amacını mutlak teoriler ve nisbi teoriler olarak ikiye ayırmıştır. Kefaret ve Adalet teorisini mutlak teori içine alan Centel, özel önleme ve genel önlemeyi de nisbi teori içerisine sokmaktadır. Bk. Nur Centel, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, İstanbul 2002, s. 500 vd. Benzer tasnif için bk. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, Ankara 1998, s. 39 vd ve Bahri Öztürk, Mustafa R. Erdem, Veli Özer Özbek, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri, 4. bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 1998, s. 341. Benzer sınıflandırma için bk. Fatma Karakaş Doğan, Cezanın Amacı ve Hapis Cezası, Legal Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 37 vd.
  86. Maden, s. 5.
  87. “Yazıldı. Midillü beginün âdemi Âdil Kethudâ’ya virildi. Fî 11 Receb sene 967 Biga sancagı begine hüküm ki: Kıdvetü’l-ümerâ’i’l-kirâm Midillü sancagı begi Mustafa dâme izzuhû Südde-i Sa‘âdetüme âdem gönderüp yanında kalan mücrim gemisinün mücrimleri noksân üzre oldugın i‘lâm itmegin kürege müstahık olan mücrimlerden gönderilmesin emr idüp buyurdum ki: Hükm-i serîfüm varıcak, emrüm mûcebince anda olan mücrimlerden salb ü siyâsete müstahık olmayanlarından kürege konmak içün müşârünileyhe mücrim irsâl eyleyesin. Ne mikdâr nefer mücrim irsâl itdügün isimleriyle ve cerîmeleriyle defterin bile gönderesin.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 411, Hüküm No: 923, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993. Benzer bir hüküm için bk. Aynı yer, Hüküm No: 1233.
  88. “İstanbul kâdîsına hüküm ki mahrûse-i mezbûrede mahbûs olan mücrîmler ıtlâk olunmayup Tersâne-i Âmireme küreğe teslîm olunmasın emr idüp buyurdum ki vusûl buldukda bi’l-fi‘l mahbûslardan olan mücrîmlere husûs içün habs olunmuşlarsa defter idüp dahi sicillerin esamileri nahş nakl idüp dahi emrim üzre Tersâne-i Âmiremde olan gemilere küreğe teslîm idesin ve şimdilerin Tersâne-i Âmireme ne mikdâr mücrîm teslîm olunduğun yazıp bildüresin ve min-ba‘d dahi vakı‘ olan mücrîmleri fermân muktezâsınca Tersâne-i Âmireme teslîm itdüresin anun gibilerden subaşıya cerîme deyu bir akçe vermeye aldırmayup anun gibi mücrîmlerün üzerlerine sâbit olan cerîmen sûret-i sicilleriyle kapudâna teslîm itdüresin.” İbrahim Etem Çakır, 10 Numaralı Mühimme Defteri’nin (s. 179-356) Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi, Atatürk Üniversitesi SBE, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006, s. 90, 91
  89. Kılınç, Teşhir, s. 101.
  90. Metnin tamamı için bk. Paşazade, 9 Numaralı Mühimme Defteri, s. 29, Hüküm No: 67.
  91. “Yazıldı. Kostaniçe kal‘asınun Beşlü Agası olan Mustafa’ya virildi. Fî 8 Şa‘bân sene 967 Sarây kâdîsına hüküm ki: Mektûb gönderüp nefs-i Sarây’da mütemekkin Helvâcı Ferhâd nâm kimesne ziyâde şirret ile meşhûr olup defe‘âtle emr-i şerîfle teftîş olınup fasl olınan husûsa kanâ‘at itmeyüp muttasıl şirret ü şekavetden hâlî degildür diyü bildürmişsin. imdi, mezkûr Südde-i Sa‘âdetüme gönderilmesin emr idüp buyurdum ki: Hükm-i şerîfüm vardukda, mezkûrı emrüm üzre atebe-i ulyâma gönderesin ki kürege konıla.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 472, Hüküm No: 1064, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  92. “Alî Çavuş’a virildi. Fî 5 Ramazân Kapudâne hüküm ki bundan akdem nefsi Çorlı’da kassâb Veli ve oğlı Alî ehl-i fesâd ü şenâ’at olmağın Çorlı kâdîsının sûret-i sicilleri ile emr-i şerîfimle küreğe konulmak içün Çorlı subaşısı tecessüs ile irsâl olunmuş idi mezkûr Südde-i Sa’âdetüme gelmek lâzım olmağın buyurdum ki vardukda mezkûr kürekden alup mukayyed ve mahbûs mezkûr çavuşuma teslîm eyleyesin ki Asitane-i Sa’âdetüme getüre.” Çakır, 10 Numaralı Mühimme Defteri, s. 100.
  93. “Yazıldı. Sübaşıya virildi. Fî 4 Safer sene 967 Kızıl-agaç kâdîsına hüküm ki: Taht-ı kazâna tâbi‘ Veled-i Dogan nâm karyeden Yorgi ve Kiryakos ve Yorgi İsto nâm zimmîler bundan akdem cerîme isnâdıyla Südde-i Sa‘âdetüme gönderilüp kürege konılmışdı. Mezbûrlarun ne cerîme içün gönderildügi ma‘lûm olmayup bilinmek lâzım olmagın buyurdum ki: Varıcak göresin; mezkûrlarun cerîmeleri nedür, ne husûs içün gönderilmişdür, yanunda olan sicillâta ne vechile kayd olınmışdur? Sıhhati üzre sicilleri sûretin ihrâc idüp dahı mühürleyüp Südde-i Sa‘âdetüme gönderesin”, BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 207, Hüküm No: 469, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993. Bazı hallerde suç işleyen kişinin tutulduğu yerden İstanbul’a getirilmeden doğrudan cezasının infaz edileceği yere gönderilmesi de istenmiştir. Bk. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No: 1404.
  94. Örneğin 967 senesinde Midilli’de reayaya zulm u hayf eden Receb ve diğerleri hakkında kimse kefil olmayınca kürek cezası ile cezalandırılmıştır. Paytaht, “mezkurları küreğe koşup istihdam eyleyesin ve küreğe koşduğun yazup bildüresin” diyerek bu kişilerin İstanbul’a getirilmesini istememiştir. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 336, Hüküm No: 760, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  95. “Rodos begine hüküm ki: Anadolı cânibinde emr-i şerîfüm ile ehl-i fesâd teftîş olınup ba‘zı kimesneler ele gelüp ehl-i fesâd oldukları sâbit ü zâhir olup sicil olınup sûret-i sicilleri ile Südde-i Sa‘âdetüme gönderilmegin esâmîsi defter olınup Rodos’da kürege koşılup istihdâm olınmak içün sana gönderildi. Buyurdum ki: Varıcak, mezkûrları gönderilen defter mûcebince yoklayup alup dahı küreğe koyup istihdâm eyleyüp emr-i şerîfüm olmadın ıtlâk itmeyesin. Mezkûrlar sonra yoklanup görilse gerekdür; şöyle ki emr-i şerîfüm olmadın zikr olınan mücrimden kimesne ıtlâk olınmış ola, netîcesi sana â’id olmak mukarrerdür. Ana göre mukayyed olup geregi gibi hıfz u zabt idüp emrüme muhâlif ıtlâk olınmakdan veyâ gaflet ile gaybet itdürilmekden ziyâde hazer eyleyesin.”, BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 185, Hüküm No: 414, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  96. Vardiyan, gerek tersanede ve gerek gemilerdeki muhafız kişilere ve emirleri tebliğ eden donanma çavuşlarına denilmektedir. İşbu kayıt, vardiyanların muhafız görevlerini göstermektedir: “Tersane-i âmire zindanında üserâ hıfz ve haraseti için tayin olunan vardiyan neferâtı kalil olup…” (5665 numaralı Kâmil Tasnifi bahriye defterinin son yaprağındaki 11 Şaban 1135 tarihli kayıt); Uzunçarşılı, s. 406 dp. 1.
  97. Uzunçarşılı, s. 482.
  98. İdris Bostan, “XVI-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Tersaneleri ve Gemi İnşa Teknolojisi”, Yeni Türkiye 701 Türkiye Osmanlı Özel Sayısı, S. 31, Ankara 2000, s. 624.
  99. “Ma’rifet-i şer‘le dükkânı açılıp ve eşyası defter olunup vekil-i şer’isine teslim olundu. Fi 27 C[emâziyelahir] sene [10]97. Sa’âdetlü ve mürüvetlü Sultanım hazretleri sağ olsun. Bu kulları mücrim ile ahz olunup deryâ beylerinin sefinesinde kürek ferman olunmağla Lâleli çeşme kurbunda bir dükkânda üç Mushaf-ı şerifim ve kütablarım ve ba’zı eşyalarım olup sefine gitmek üzre olmağla hâlâ dükkân-ı merkum mühürlü olmağın çavuş kulları mübaşeretiyle dükkân açılıp veklim A’mâ Mehmed Dede du’âcılarına dükkân-ı mezburda olan eşyalarım bu kullarına teslim olunmak babında ferman reca olunur. Bende İbrahim”, Atay vd., 46 Numaralı Sicil, s. 66, Hüküm No: 6
  100. “[Yev]mü Erbi‘a, fî 21 N., sene: 1040 Bâ-hatt-ı Hamd Efendi. Rodos kapudânına hüküm ki: Mahmiyye-i İstanbul’da Kumkapusı’nda Yaralı Yûsuf nâm kimesne mukaddemâ üç nefer kimesneyi bıçakla urup mecrûh itmekle bin otuz sekiz senesinde Tersâne-i Âmirem zindânına getürdilüp ve hâliyâ senün kadırganda olup hâliyâ mezbûrun günâhı afvolunup ıtlâk olunmak fermânum olmağla mezbûr Yaralı Yûsuf ıtlâk olunmak içün vezâretile Kapudânum olan Mustafâ Paşa tarafından mektûb virilmeğin, mûcebince amel olunmak emridüp buyurdum ki: Vusûl buldukda, bu bâbda müşârunileyh tarafından virilen mektûb mûcebince amel idüp hılâfına cevâz göstermeyesin.” BOA, 85 Numaralı Mühimme Defteri, s. 328, Hüküm No: 537, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 60, Ankara 2002.
  101. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 185, Hüküm No: 414, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  102. “Yazıldı. Rodos beginün kethudâsına virildi. Fî 24 Rebî‘u’l-evvel sene 967 Rodos begine hüküm ki: Anda kürege konılan Bolılı Mûsâ b.Mehmed ve Kara-hisârlı Ferhâd b. Abdullâh ve Gelibolılı İne Hoca b. Mehmed ve Amâsiyyeli Hasan b. İbrâhîm ve Işıklı Satılmış Süleymân ve Işıklı Mehmed b. Yûsuf ve Konyalı Bahşayişoglı İbrâhîm ve Magnisalı Mehmed b. Ali ve Güzel-hisârlı Durmış b. Yenice ve Arkamlı Hasan b. Mehmed ve Diyârbekrli Ali b. İsfahan ve Yanbolılı Hüseyin b. Mahmûd ve Ayasuluklı Hüseyin b. Mehmed ve Mihalıçlı Elvân b. Dündar ve Sirozlı Ali b. Mehmed ve Sirozlı Hüseyin b. Abdullâh ve Tâcirli Abdülkadir b. Suveyr ve Şâmlı Abdurrahmân b. Abdullâh ve Zagara’dan Nazar b. Karagöz ve Tireli Süleymân b. Velî ve Germiyanlı Mehmed Şeyh ve Ürgübli Hacı b. Nebî ve Yûsuf b. Nasûh ve İstanbullı Memi b. Ali ve Alasonyalı Dimo İstemat ve Zeytinlü’den Kosta b. Todor ve Termozek Arnavud ve Kuds-i mübârekden Mansûr b. Abdurrahmân ve Turbeyli Alatin Andriya ve Bolı’dan İslâm Ömer nâm otuz nefer kimesneler ıtlâk olınmasın emr idüp buyurdum ki: [Boşluk] Vusûl buldukda, mezkûrları ıtlâk idesin.” BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, s. 285, Hüküm No: 630, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 12, Ankara 1993.
  103. “Sebeb-i tahrir-i kitâb-ı şer’i budur ki mirî esirlerden işbu hâmil-i hâze’l-kitâb orta boylu, gendüm-gün, ala gözlü… olan Yuvan Elyo nam esir otuz yıl mikdarı Rodos kadırgalarında kürek çekip miriye külli istikamet üzere hizmet edip hâlâ pîr-i nâ-tüvân olup kanun-ı kadim üzre geri miri esirlere vardiyan ta’yin olunmak lazım ve mühim oldukda sadakat ve istikamet üzere hizmet etmek için sene erba’a ve tis’îne ve tis’a mi’e Cumadelahire gurresinden üç yıl hizmeti tamam oldukdan sonra azad olup eline ıtknamesi verile deyü… ketb ve terkim olundu. Cerâ zâlike ve hurrire fi evâili Ramazani’l-mübarek sene tis’a ve tis’în ve tis’a mi’e. Şuhudu’l-hal:…”, Rıfat Günalan, Talip Mert, İstanbul Kadı Sicilleri Galata Mahkemesi 15 Numaralı Sicil, İSAM Yayınları, İstanbul 2012, s. 259, Hüküm No:403.
  104. “Biga begine ve Manyas kâdîsına hüküm ki; Sen ki kâdîsın Südde-i Sa‘âdetüme mektûb gönderüp bundan akdem ashâb-ı agrâzdan ba‘zı kimesneler Mehmed oglı Mustafa nâm kimesne içün seferde esbâb sirka eylemişdür diyü isnâd itmekle ehl-i örf tarafından ahz olunup mîr-i livâ-i mûmâ ileyhün sefînesine kondugun bildürüp lâkin ayân-ı vilâyetden tefahhus olundukda cümlesi mezbûrun akvâl ü ef‘âlinden rızâ ve şükrân üzre oldukların şehâdet eylemişlerdür diyü mazınnadan ıtlâk olunmak bâbında arz eyledügün ecilden hilâf-ı inhâ ile kürege konulmuş ise ıtlâk olunmak emr idüp buyurdum ki: Vusûl buldukda bu bâbda sâdır olan emrüm üzre amel idüp dahi mezbûr hilâf-ı inhâ ile kürege konulmuş ise ıtlâk idüp sen ki mîr-i livâsın min ba‘d muhâlif vaz‘ eylemeyesin.”, Fatma Kaytaz, 88 No’lu Mühimme Defteri, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s. 134, 135, Hüküm No: 246.
  105. “Yazıldı. Anabolı azebleri kapudânına hüküm ki: Hâliyâ Anabolı kâdîsı Südde-i Sa‘âdetüme mektûb gönderüp; “livâ-i Mora’ya tâbi‘ Kartine kazâsı muzâfâtından Agodori nâm karye sâkinlerinden olup Anabolı kal‘asında mîrî kalite kürege virilen Bortodor nâm zimmî gelüp; “Sâbıkâ kâr u kisb itmek içün Âsitâne-i Sa‘âdet’e giderken Hayrabolı nâm kasaba voyvodası beni tutup kefîl taleb itdükde diyâr-ı gurbetde olmagın kefîl bulmaga mecâlüm olmadugı ecilden habsidüp taş gemisine göndermişidi. Bî-günâh on üç yıldur ki kürek çekerüm.” diyü tazallüm eyledügin” bildürmegin Mücrim Defterine mürâca‘at olundukda kefîli olmadugı içün kürege konıldugı mukayyed bulunmagın ıtlâk olunmasın emridüp buyurdum ki: Hükm-i şerîfüm vardugı gibi mezkûrı ıtlâk idesin.” BOA, 6 Numaralı Mühimme Defteri, C. II, s. 93, 94, Hüküm No: 988, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 25, Ankara 1995.
  106. “… sâkin olan Fâtıma bt. Mansur nam hatun … işbu bâ’isü’l-kitâb Mısırlı el-Hac Selim b. Ebu Zeyd mahzarında üzerine da’vâ ve takrir-i kelam edib mezbur el-Hac Selim’e tarih-i kitabdan üç ay mukaddem Tersane-i Âmire zindanında mahbus olan sadrî oğlum Mehmed’i kürekden tahlis için nakid altmış esedi guruşumu ve mecmu’u seksen guruş kıymetli on aded sim hazme ve iki sim bileziğimi def’ ve teslim mezbur el-Hac Selim dahi ahz u kabz edip lakin mezbur Mehmed’i tahlis mümkün olmayıp el-ân kürekde kalmağın hâlâ mezbur el-Hac Selim’e sual olunup meblağ-ı mezbur ile merkumeyi bana red ve teslime tenbih olunmak matlubumdur dedikde gıbbe’s-sual ve akibe’l-inkar, müdde’iyye-i mezbureden sıdk-ı makaline mutabık beyyine taleb olundukda isbat-ı beyyineden izhar-ı acz ile istihlaf etmeğin… el-Hac Selim’e yemin teklif olundukda ol dahi vefki’l-mes’ul yemin billahi’l-a’lâ itmeğin mucebince müdde’iyye-i merkume Fatıma bilâ-beyyine ber vech-i mübeyyen mu’ârazadan men’ olunup mâ hüve’l-vâki’ bi’t-taleb ketb ve imla olundu. Fi’l yevmi’s-sâbi ve’l-ışrın min Recebi’l-ferd li sene seb’a ve tis’în ve elf. Şuhudu’l-hal: … ”, bk. Atay vd., 46 Numaralı Sicil, s. 305, Hüküm No: 325.