ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Bahattin Yaman

Anahtar Kelimeler: Türk, Minyatür, Sanat, Cennet

Giriş

Dinlerin birçoğunda ölüm sonrasında ikinci hayat söz konusudur. Kişi öldükten sonra ya da her şeyin yok olması anlamına gelen kıyametten sonra ikinci bir hayat başlayacaktır. Bu hayatta, dünyada iken iyi işler yapanlar rahat edecek, kötü işler yapanlar ise sıkıntıda olacaktır. İslam kültürüne göre de kıyametten sonra ikinci bir hayat olacak ve iyi insanlar yeni yaşamlarını cennette geçireceklerdir. İslam toplumlarının cennet tasavvuru ile ilgili bilgileri içeren çok sayıda eser mevcuttur. Ancak insanların cennetle ilgili ayrıntıları anlayış biçimini en güzel resimlerde görmek mümkündür. Nakkaş her ne kadar cennetle ilgili resmini yaparken ilgili yazmanın metnini göz önüne alsa da, kendi zihninde oluşan cennet biçimini de resme yansıtması doğaldır. Ayrıca incelediğimiz resimler, yapıldığı dönemde bir anlamda görsel medya aracı olması nedeniyle toplumun cennetle ilgili tasavvurlarının biçimlenmesine de katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda çalışmamız özellikle 16. ve 17. yüzyıl İslam toplumunun genel anlamda cennet tasavvurunun tespitine yönelik araştırmadır.

Cennet kavramı, sözlükte “bağ, bahçe ve bostan”, “gölgeli ve sık ağaçları barındıran bağ, bahçe”, “hurma ağaçların bulunduğu bahçe”, “hurma ve üzüm ağaçlarının bulunduğu mekân”, “dal ve yapraklarının sıklığı sebebiyle tıpkı bir örtü gibi zemini örterek gölgeleyen meyveli ve meyvesiz ağaçlar”[1] gibi anlamlara gelmektedir. Sözlük anlamlarından yola çıkıldığında cennetin yeşilliği ön plana çıkmaktadır.

Cennet, Kur’an-ı Kerim’de yüz kırk beş yerde geçmektedir. Beş yerde Âdem’in cenneti[2] , yirmi iki yerde dünyada mevcut herhangi bir bahçe anlamındaki cennet, yüz on sekiz yerde ise ahirette müminlere vaat edilen cennet[3] ifade edilmektedir. Cennet kelimesi İslam kültüründe iki anlamda kullanılmıştır. Birinci olarak müminlerin kıyamet sonrasında mükafat olarak girecekleri, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir kalbin hissetmediği nimetlerin bulunduğu yerdir. İkinci anlamda ise ilk insan Âdem ile eşi Havva’nın ilk olarak konuldukları mekandır [4] .

İslam kültüründe cennet ve cehennemin varlığı ve yeri konusunda çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Bir kısım bilgin Âdem’in cenneti ve Hz. Muhammed’in Mi’râc’da cennet ve cehennemi gördüğüne dair rivayetleri delil göstererek cennetin şu anda mevcut olduğunu ileri sürmüşlerdir[5] .

İslâm sanatının değişik alanlarında cenneti hatırlatan bezemeleri, süslemeleri görmek mümkündür[6] . İslam resim sanatının ilk örneklerinde cennet ile ilgili tasvirlere rastlanmaktadır. Ancak bu ilk örnekler daha çok tarih çerçevesinde ele alınmaktadır. İslam kültüründe geçen cennet ile İslam resim sanatında mevcut olan cennet betimlemelerini dört grupta ele almak mümkündür. Bu tasvirlere konu bakımından farklı metinlerin yazma nashalarında rastlamaktayız.

I. İlk İnsan Hz. Âdem’in Yaratılışıyla İlgili Yazmalardaki Cennet Tasvirleri

Farklı anlatımlara rastlanmakla birlikte bir çok kültürde Hz. Âdem’in ilk olarak Cennet’te yaratıldığı, yasak ağaçtan yemesi nedeniyle buradan çıkarıldığı inancı bulunmaktadır. Tevrat’a göre Allah yeri ve göğü yarattıktan sonra topraktan Âdem’i yarattı ve burnuna hayat nefesini üfledi. Rab, Şarka doğru Aden’de bir bahçe yaratarak Âdem’i oraya koydu. “Bahçenin ortasında hayat ağacını, ve iyilik ve kötülük ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıktı” Allah Âdem’e iyilik ve kötülük ağacından yemesini yasakladı ve yediği takdirde öleceğini bildirdi. Daha sonra Allah Âdem’in kaburga kemiklerinden birini alıp bir kadın yaratarak Âdem’e getirdi. İkisi de çıplaktı ve utançları yoktu. Bütün kır hayvanlarının en hilekârı olan yılan kadına bahçedeki ağaçların meyvelerinin yenilip yenilemeyeceği hakkında sordu. Kadın bahçedeki ağaçların meyvelerini yiyebileceklerini, ancak ortadaki ağaç için Allah’ın yasaklaması olduğunu, yedikleri takdirde öleceklerini bildirdi. Bunun üzerine yılan “Katiyen ölmez siniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.” Kadın ağacın meyvesinden aldı yedi ve kocasına da yedirdi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladıklarında incir yapraklarını dikip kendilerine önlükler yaptılar. Bu olaydan sonra Allah yılanı, Âdem’i ve Âdem’in Havva olarak isimlendirdiği kadını çeşitli şekilde cezalandıracağını bildirdi. Onları Aden bahçesinden çıkardı [7] . Hz. Âdem ile Havva’nın yaratılışı ve cennetten çıkarılışı olayının, Hıristiyan kültüründe, Michelangelo’nun da aralarında bulunduğu bir çok sanatkar tarafından resimlendiği görülmektedir[8] .

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem’in yaratılışı şu şekilde anlatılmaktadır: Allah Âdem’i yaratır ve meleklere Âdem’e secde etmelerini emreder. İblis hariç diğer melekler Âdem’e secde eder. Daha sonra Allah Âdem’e şu tenbihte bulunur: “Ey Âdem! Eşin ve sen cennete yerleşin, orada kolaylıkla isteğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinde yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olusunuz.” Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkarılmasına sebep oldu. Bunun üzerine Allah onlara “Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır.” Der[9] .

Hz. Âdem’in konulduğu cennetin, ahirette iyilerin kalacağı ebedîlik yurdu olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır. İslam bilginlerinin bir kısmı, burada kastedilen cennetin yeryüzünde bahçelik bir yer olduğunu ileri sürerken, bir kısmı da Hz. Muhammed’e Mi’rac sırasında cennetin gösterildiğini ileri sürerek, Hz. Âdem’in konulduğu cennet’in gökyüzünde bir yerlerde olduğunu iddia etmişlerdir[10].

Bu gruba giren cennet resimlerini meleklerin Hz. Âdem’e secdesi, Âdem-Havva’nın yasak ağaçtan yemeleri, Âdem-Havva’nın cennetten kovulması gibi konuları canlandırdığını görmek mümkündür. Timur’un oğlu Şahruh’un Herat’ta kurduğu nakkaşhanede 1420-30 yılında tamamlanan, peygamberleri ve ilk dönem İslam tarihini içeren Hafız-ı Ebru’nun yazdığı Külliyât-ı Tarih adlı resimli çalışmada cennette meleklerin Âdem’e secdesi yer almaktadır [11]. Hz. Âdem’e secde etmeyen Şeytan’ın da canlandırıldığı resimde cennet yaşlı bir ağaç, küçük bir göl ve Hz. Âdem’in tahtı ile dikkat çekmektedir (Resim 1).

Hz. Âdem ve Havva’nın cennet hayatlarındaki önemli olaylardan biri olan yasak meyveyi yemeleri, İlhanlı devrinin önemli eserlerinden biri olan, el-Bîruni’nin (973-1051) yazmış olduğu El-Âsarü’l-Bâkiye an'il Kurûni'l Hâliye (Geçen Asırlardan Kalan Eserler) adlı eserinin 1307-8 yıllarında Tebriz’de hazırlanan, bugün Edinburg Üniversite Kitaplığında bulunan resimli nüshasında (no. 161) betimlenmiştir[12]. Tasvir konusundaki hassasiyeti bilinen İslam kültüründe, Hz. Âdem ve Havva’nın çıplak olarak resmedilmesi bakımından önemlidir. Şeytanın ihtiyar şeklinde canlandırıldığı sahnede cennet, meyveli ağaçları ve gölü ile dikkat çekmektedir (Resim 2).

Hz. Âdem ve Havva’nın cennetteki hayatları ve cennetten kovulmalarını konu alan resimlere 16. yüzyıla tarihlenen birçok tasvirli nüshası bulunan Kısâs-ı Enbiyâ yazmalarında sıkça rastlanmaktadır. Resimlerde dikkati çeken husus, tavus kuşu ile yılanın, bazı resimlerde ejderhanın bir arada betimlenmesidir. Hz Muhammed’e atfedilen bir rivayete göre, Âdem cennetten çıkarıldığında kendisiyle birlikte tavus ve yılan da çıkarıldı [13]. Bir başka rivayette yılanın daha önce güzel görünümlü, dört ayaklı bir hayvan olduğu ancak şeytanın cennete girmesine yardımcı olması nedeniyle ayaklarının yok edildiği yer almaktadır [14]. Rivayet göz önüne alındığında ejderhanın yılanın önceki hali, yani ayaklı halinin betimlenmiş şekli olması muhtemeldir. 14. yüzyıla ait bir Kısas-ı Enbiyâ metninde de yukarıdaki rivayet uygun bir anlatım vardır. Metinde Şeytanın tavus kuşunu kandırarak ve onun boynuna binerek cennete girdiği belirtilmektedir[15].

Kısas-ı Enbiyâ yazmalarındaki Hz. Âdem cenneti ile ilgili sahneler bazen kırsal alanda bazen de kapalı mekanda canlandırılmıştır. Metni Deyduzâmi tarafından yazılan[16], Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, B. 250’ye kayıtlı nüshada yer alan sahnede Hz. Âdem ve Havva, köşk yanında, yeşillikler arasında, yapraklardan oluşan kıyafetleriyle, ejder, yılan, tavus kuşu gibi figürlerle betimlenirken (Resim 3), yine aynı kütüphanedeki H. 1226’ya kayıtlı, metni Nişâburî’ye ait olan[17] nüshanın, vr. 8b’deki örneğinde ise Hz. Âdem düzgün kıyafetleriyle, tahtı ve tacıyla kapalı mekanda resmedilmiştir. Resim Âdem için cennette köşk olduğunu düşündürmektedir (Resim 4).

Hz. Âdem’in cennetindeki yasak ağacın cinsi ile ilgili Kur’an-ı Kerim ve Tevrat’ta herhangi bir ayrıntı bulunmamaktadır. Kuran-ı Kerim’de geçen “Şu ağaca yaklaşmayın!” ifadesinde geçen ağaç hakkında İbn Kesir, tefsirinde şu açıklamalar yer verir: İbn Abbas’a ve bazı sahabelere göre o üzüm ağacıdır. Yahudiler bunun Hanzala; Ebu Cehil Karpuzu olduğunu iddia etmektedirler. Bir rivayette “sümbül”[18] olarak belirtilirken[19], başka bir rivayette buğday, bir başka rivayette ise zeytin olarak geçmektedir. Muhammed b. İshak’a atfedilen bir rivayette bu bitkinin buğday olduğu, yalnız cennetteki buğdayın tanelerinin sığır böbreği büyüklüğünde, kaymaktan daha yumuşak ve baldan daha tatlı olduğu yer almaktadır. Bir diğer rivayette ise bunun hurma ağacı olduğu belirtilmektedir. Yine bir rivayete göre Hz. Adem ve Havva’ya yasaklanan ağacın meyvelerini, melekler ölümsüzlük amacıyla yerdi. Ayrıca üzüm, incir ağacı olduğunu söyleyenler de vardır [20].

Ayrıca Hıristiyanlardan gelen anlatımlara göre yasak meyve ile kadın ve erkek arasıdaki cinsel temasın ifade edildiği, Hıristiyanlıktaki ruhbaniyet yani din adamlarının evlenmemesinin, evlenmemenin ibadet olarak görülmesinin bu olayla bağlantılı olduğu rivayetleri de vardır [21].

Kısâs-ı Enbiyâ metinlerinde bunun çok budaklı, buğdayı sütten ak, baldan tatlı ve kuş yumurtası kadar olan “buğday ağacı” olduğu ifade edilmektedir. Havva iki adet alıp birini Âdem’e yedirmiştir[22]. Buğdayın da betimlendiği resimler, 16. yüzyılın ikinci yarısı ve 17. yüzyılın başına tarihlenen Falnâme’lerde yer almaktadır. Resimli Falnâme’lerde genellikle Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin ve onların karakterleriyle ilgili bir olayın, mucizelerinin ya da kahramanlıklarının tasviri bulunurken, resmin karşı sayfasındaki metinde bu resmi açan kişinin falı yer almaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi H. 1702 numaraya kayıtlı Farsça Falnâme’deki resmin başında Kur’ân-ı Kerim’de yer alan “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun”[23] ifadesi bulunmaktadır. Resimde tavus kuşu, ejderhanın yanında, sağ alt köşede buğday başakları da betimlenmiştir (Resim 5). H. 1703 numaralı Türkçe Falnâme’deki örnekte ise âdeta Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılışı resmedilmiştir. Arka planda yılan, tavus kuşu ve melek figürlerine karşılık, ön planda Hz. Âdem ve elinde bir demet buğday başağı taşıyan Havva, cenneti terk ediyor izlenimi uyandırmaktadır (Resim 6). Her iki Falnâme’de başakların yer alması ressamlarının yasak meyveyi buğday olarak düşündüklerini göstermektedir.

Bu gruba giren cennet resimlerinin, Fuzuli’nin (1480-1556) yazmış olduğu özellikle Şiî çevrelerde ilgi gören ve Kerbela olayının anlatıldığı Hadîkatü’s-Süedâ yazmalarında da yer aldığı görülmektedir. Kitap halindeki resimli nüshaların yanısıra, çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda yaprak halinde olan tasvirlere de rastlanmaktadır. Hadîkatü’s-Süedâ yazmalarında ilk tasvirin konusu genellikle Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasıdır. Özellikle 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başında Osmanlı döneminde Bağdat’ta üretilen Hadîkatü’s-Süedâ yazmalarındaki Cennet betimlemelerinde, Kısas-ı Enbiya yazmalarındaki yer alan ejderha, yılan, tavus kuşu gibi imgeler yer almaktadır [24].

II. Hz. Muhammed’in Miracı İle İlgili Yazmalardaki Cennet Betimleri

İslam kültürüne göre mi’râc, Hz. Peygamber’in Allah ile doğrudan görüştüğü mucizevi bir olaydır. Kur’ân-ı Kerim’de “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldğımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.”[25]. şeklinde geçen Mi’rac olayı, Hz.Muhammed’e atfedilen rivayetlerde genişçe anlatılmaktadır. Bu rivayetlerin birinde Hz. Muhammed’in, Mi’rac esnasında içinde inciden kubbelerin bulunduğu misk kokulu toprağıyla cennete katıldığı [26] yer almaktadır.

Nasıl gerçekleştiği hususunda tartışmalar olmakla birlikte[27], hadis[28] ve tefsir[29] kitaplarında ayrıntılı bir şekilde anlatılan İsra ve Mi’rac olayı kısaca şu şekilde gerçekleşmiştir: Hz. Muhammed’e bir gece Cebrail uyku ile uyanıklık arasında gelir ve merkepten büyük katırdan küçük Burak isimli bir binekle O’nu Beytü’l-Makdis’e götürür. Hz. Peygamber burada iki rekat namaz kılar ve daha sonra göklere doğru yükselir. Her gök katmanında farklı bir peygamberle karşılaşır. Yedi kat semadan sonra Sidre-i Müntehâ denilen yere gelir. Burada Allah’tan vahiy alır. Daha sonra Cennet ve Cehennem’i de gören Hz. Muhammed, Burak’la Mekke’ye döner[30].

İslam sanatında da, en çok resimlenen konuların başında Mi’rac sahnesi gelmektedir. Bilinen en eski Mi’rac tasviri, Câmiu’t-Tevârîh’in resimleri arasında (Edinburg Üniversite Kitaplığı, No: 20, 55a) yer almaktadır. Bu tasvirde Hz. Peygamber’in Burak üzerinde ve melekler eşliğinde yaptığı gök yolculuğu sahnelenmiştir. Mi’rac olayı bütünüyle ilk kez Moğollar döneminde Ahmed Musa’ya atfedilen Miracnâme'de resimlenmiştir. 14. yüzyıl başına tarihlenen bu resimli Miracnâme'nin metni günümüze kadar gelmemiştir. Metinsiz resimler muhtemelen 951 h./1544 yılında hazırlanan bir albümde (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, H. 2154) toplanmıştır. Bu tasvirlerde, geniş ve dolgun çehreli Âdem gözlü insan tipleri Uygur Fresklerindeki insan çehrelerine benzemekte olup albümde Mi’rac’la ilgili dokuz resim bulunmaktadır [31].

Hz. Muhammed’in Mir’ac esnasında görmüş olduğu cennetle ilgili tasvirlerin en güzel örneklerini metniyle birlikte günümüze gelen, Timurlu sultanlarından Şahruh zamanında (1405-1447), Herat nakışhanesinde 1436 yılında kaleme alınan ve resimlenen, oldukça zengin cennet ve cehennem ikonografyası içeren[32] Uygur Türkçesiyle yazılmış olan Mi’racnâme (Paris Bibliotheque Nationale, Turc 190) yazmasında görülmektedir. Doğu Türkçesine şair Mir Haydar tarafından çevirisi yapılan, Uygur yazısıyla kaleme alınmış eserin hattatı Mâlik Bahşî’dir[33]. Mi’rac olayının metindeki bütün safhalarının anlatıldığı tasvirlerde Hz. Muhammed’in yüz hatlarının ayrıntıları belirtilmiş olup kutsiyetin ifadesi için zaman zaman abartılı haleler yapılmıştır.

Eserde cennetle ilgili dört resim bulunmaktadır. Bunlardan ilki, resmin üst kısmındaki Arapça açıklamada da belirtildiği gibi Hz. Muhammed’in gelişinde kapının açılması ve onun cennet’e girişini (Mi’racnâme, BN, Turc. 190, vr. 47b) konu edinmektedir. Resimde beyaz, sarı ve muhtemelen başlangıçta gümüş gri olup zamanla gümüşün oksitlenerek siyaha dönüşmüş renginde olan nehir dikkat çekmektedir. Bunların, da da ifade edildiği gibi[34] beyazın süt, sarının bal nehirlerini, gümüş grinin de su ya da şaraptan oluşan nehirleri sembolize etmesi muhtemeldir (Resim 7).

Bir diğer resmin açıklamasında ise Hz. Muhammed’in cennetin ortasında bir grup huriyi gördüğü, bu hurilerin bir kısmının “kürsü” üzerinde oturduğu, bir kısmının da birbirleriyle oynadığı şeklinde rivayete yer verilmektedir (Mi’râcnâme, Bibliotheque Nationale, Turc. 190, vr. 49a). Tasvirde, metinde de ifade edildiği neşeli bir bahar eğlencesi canlandırılmıştır (Resim 8).

Cennet’le ilgili bir diğer tasvirde Hz. Muhammed’in Cuma günü hurileri develere neşeyle binerken gördüğü, seyir halinde iken birbirlerine sevgi gösterisinde bulundukları şeklindeki rivayet aktarılmaktadır. (Mi’râcnâme, Bibliotheque Nationale, Turc. 190, vr. 49b) Diğer örnekte olduğu gibi bu tasvirde de bahar eğlencesi hakimdir. Hurilerin binek hayvanı olarak deve üzerinde betimlenmesi ile ilgili, 14. yüzyıla ait bir Kısas-ı Enbiyâ metnindeki şu rivayet ilginçtir: Allah Âdem’i yarattıktan sonra ata emretti ve Cebrail’in önünde durdu. Ata mücevherat işlenmiş eyer vuruldu. Âdem’in duası üzerine deve yaratıldı ve Havva da bu deveye bindi. İkisi melekler eşliğinde cennetin kapısına geldiler[35] (Resim 9).

Bir başka resimde, içinde bir grup hurinin bulunduğu büyük bir köşk tasvir edilmektedir. Resmin üzerinde yer alan rivayette, bu köşkün kime ait olduğu sorulduğunda, hurilerin, Hz. Ömer’in olduğunu söyledikleri aktarılmaktadır (Mi’racnâme, Bibliotheque Nationale, Turc. 190, vr. 51a) (Resim 10). Resimde, üst kısımdaki rivayete uygun olarak, içinde birkaç hurinin bulunduğu yapı canlandırılmıştır.

III. Kıyamet Alameti Olarak Kabul Edilen Deccal’la İlgili Yazmalardaki Cennet Resimleri

Diğer kültürlerde olduğu gibi İslam kültüründe de kıyamet çok tartışılan, sık sık gündeme gelen bir konudur. Çeşitli olaylar ve şahıslar kıyametin habercisi ve yaklaştığının alameti olarak düşünülmüştür. Yeryüzünde Deccal’ın görülmesi kıyametin habercisi sayılan olaylardandır. Klasik kaynaklarda Deccal, “ahir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulade olaylar sayesinde bazı insanları dalalete sürükleyeceğine inanılan kişi” şeklinde tarif edilmektedir[36].

İslam kültüründe Deccal ile ilgili çok sayıda rivayete rastlanmaktadır. Bu rivayetlerin bir kısmında beraberinde su (ya da Cennet) ve ateş (ya da Cehennemin) bulunduğu, aslında suyun (Cennetinin) ateş (Cehennem), ateşinin (Cehenneminin) ise soğuk bir su (Cennet) olduğu bildirilmektedir[37]. Bu gruba ait cennet resimleri Tercüme-i Miftâh-ı Cifr el-Câmi nüshalarında[38], Deccal, meleklerin Deccal ordusuna saldırması, Deccal’ın Hz. İsa tarafından öldürülmesi gibi konularla birlikte görülmektedir. Deccal hakkında geniş açıklamaların yer aldığı metinde Deccal’ın beraberindeki cennetle ilgili şu açıklamalara yer verilmiştir: Deccal ile giden Cennet ve ateş vardır. Deccal’in cenneti, çimeni ve sebzesi bol olan bir yer olup ateşi, duman yani kara dut suretindedir. Gerçekte onun beraberinde cennet ve ateş yoktur, Deccal sihirle kendisini böyle göstermektedir. Yanında Basra veya Senam dağı gibi yığılmış ekmek vardır. Bu dağ gibi yığılmış ekmek onunla birlikte her yere gider. Kendisine iman getirenlere bu ekmekten yedirirken iman getirmeyenleri de öldürür. Halka ‘Ben rabbinizim’ der. Bu Deccal kendisine inanmayan salih bir müslümana musallat olup inanmadığı için onu öldürür ve Allah’ın izniyle tekrar diriltir[39]. Resimle ilgili açıklama ise şu şekildedir: “Burada Deccâl’in Horasan’dan çıkışı, Yahudilerin tabi olması, iki yanında Cennet ve Cehennem şekli ve biri kıllı şeytan görünümlü, diğeri canavar suretinde olan iki casusu nakş ve tasvir olunmuştur”[40].

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde yer alan nüshada, ağaçlar arasında her iki tarafında merdiven bulunan, altından nehirler geçen kubbeli küçük bir yapı bulunmaktadır. Buradaki cennet betimlemesi, Kur’an-ı Kerim’deki “İnanıp iyi işler yapanları, cennette altlarından ırmaklar akan odalara yerleştiririz.”[41] ayetiyle örtüşmektedir. Ayrıca nehirlerin sarı, beyaz, kırmızı gibi farklı renklerde canlandırılması da yine Kur’ân’da ifade edilen[42] süt, bal ve şarap nehirlerini karşılamaktadır. Benzer kompozisyon aynı nüshanın Deccal’la ilgili diğer resimlerinde de yer almaktadır (Resim 11-12).

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Bağdat 373’ye kayıtlı Tercüme-i Miftah-ı Cifr el-Câmi den kopya olarak çalışıldığı saptanan, Dublin Chester Beatty Library, 444’te bulunan Ed-Durru’l-Munazzam fî Sırrı’l-İsmi’l-A’zam adlı 1747 tarihli nüshada da aynı sahne canlandırılmıştır. Ancak nüshadaki diğer resimlerde de görülen figür çizimine karşı çekince, Deccal sahnelerinde de görülmektedir. Bağdat 373 nüshasındaki Deccal tasviri kopya edilirken Deccal, eşeği, casusları ve taraftarları resmedilmezken, Deccal’ın cenneti ve ateşi canlandırılmıştır. Buradaki cennet betimi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi nüshasında da görüldüğü gibi ağaçlar arasında yüksek bir yapı olarak yer almaktadır (Resim 13).

Tercüme-i Miftâh-ı Cifr el-Câmi’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki nüshasında yer alan Deccal sahnelerinde cennet, iki tarafında selvi ağacı olan kubbeli küçük bir bir yapı şeklinde canlandırılmıştır (Resim 14).

Deccal, Tercüme-i Miftâh-ı Cifr el-Câmi dışında Ahvâl-ı Kıyâmet ve Fâlnâme yazmalarında da resmedilmesine karşın cennetle birlikte canlandırılması, yalnızca Tercüme-i Miftâh-ı Cifr el-Câmi nüshalarında görülmektedir. Bu resimlerde cennetin köşk, ağaç ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi nüshasında ilave olarak nehir imgeleriyle canlandırılmıştır. Deccal sahnelerindeki cennet betimi, genel kompozisyondaki sembolik anlamı nedeniyle daha az detay içermektedir.

IV. Kıyamet Sonrası Hayatı Konu Alan Yazmalardaki Cennet Betimlemeleri

Müminlerin kıyamet sonrasında mükafat olarak girecekleri yer anlamındaki cennet ile ilgili Kur’an-ı Kerim ve hadis kitaplarında ayrıntılı bilgilere rastlanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de cennetin bağlık bahçelik bir yer olduğundan, çeşitli ağaç ve meyvelerin bulunduğundan bahsedilmektedir[43]. Hurma, nar[44], kiraz, muz[45] Kur’an-ı Kerim’in cennette bulunduğunu bildirdiği meyvelerden bazılarıdır. Ayrıca ağaçların gölgelerine de vurgu vardır [46]. Nehirler Kur’an’da bahsedilen cennetin fizikî özelliklerinden biridir: “Altlarından ırmaklar akan cennetler...”[47], “Rableri onları altlarından ırmaklar akan na’îm cennetlerine iletir.”[48], “İnanıp iyi işler yapanları, cennette altlarından ırmaklar akan odalara yerleştiririz.”[49] Kur’ân-ı Kerim cennette güzel meskenlerin[50], sarayların[51] varlığından da bahsetmektedir. Bu konudaki ayetlerin bazıları şöyledir: “Fakat Rablerinden korkanlar için üst üste yapılmış odalar vardır. Odaların altından ırmaklar akmaktadır.”[52], “İnanıp iyi işler yapanları, cennette altlarından ırmaklar akan odalara yerleştiririz.”[53] Kur’ân’da ayrıca eşlerden bahsedilmektedir: “Onlar ve eşleri gölgelerde divanlara yaslanmışlardır”[54]. Hûriler, Kur’an’da cennette var olduğu bahsedilen diğer bir imgedir. Hûri Arapcada genç, güzel, alımlı, beyaz tenli, gözleri siyah kadın anlamındadır [55]. Kur’an’da “Ayrıca onları iri ve siyah gözlü, beyaz tenli hurilerle evlendirmişizdir”[56], “İri gözlü, beyaz tenli huriler. Saklı inciler gibi”[57], “Saklı yumurtalar gibi bembeyaz huriler”[58] şeklindeki ayetlerde hurilerin iri ve siyah gözlü, beyaz tenli olduklarına dair vurgu vardır.

Türk minyatür sanatında kıyamet ve ölüm sonrası hayatı tasvirli olarak anlatan yazma eserlerin başında hiç şüphesiz Ahvâl-i Kıyamet gelmektedir. 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başlarına tarihlendirilen[59], resimli iki nüsha (Süleymaniye Kütüphanesi, Hafid Efendi 139; Berlin-Staatsbibliothek, Ms. Or. Oct. 1596) ve bugüne dört resimli yaprağı ulaşmış olan (PhiladelphiaFree Library, Rare Book Department, Lewis Ms. O. T4-T7) eserde cennetten de bahsedilmektedir. Eserin metninde cennette bulunan Nâhiye isimli tatlı bir rüzgar anlatılmaktadır. Nurdan yaratılan bu rüzgarla müminlerin yüzlerinin nurlandığı, yaprakların bir birine değmesiyle ağaçlardan tesbihat duyulduğu, cennette ne kadar köşk varsa kapılarının açıldığı, hurilerin örtülerinin dalgalandığı ve güzel bir kokunun yayıldığı belirtilmektedir [60].

Ahvâl-ı Kıyâmet’in her üç nüshasında da yer alan cennet sahnelerinde yeşillik, köşk ve alımlı kadın görünümlü huriler bulunmaktadır. Süleymaniye nüshasında, bunlara ilave olarak nehir betimi yer alır. Tasvirlerdeki canlılık, mevsim olarak baharı hatırlatmaktadır. Süleymaniye ve Philadelphia nüshası resimlerinde canlandırılan kadınlarla erkeklerin eğlencesi bir anlamda Kur’an-ı Kerim’de geçen “Haydi siz cennete girin. Siz ve eşleriniz eğlendirileceksiniz.”[61] “İman eden ve iyi işler yapanlar, onlar bir bahçede eğlendirilirler”[62] ayetlerine telmihte bulunmaktadır (Resim 15-17).

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi H. 1702 numaraya kayıtlı Falnâme’de yer alan cennet resminin üzerinde Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Altların dan ırmaklar akan cennetler...”[63] ifadesi yer almaktadır. Tasvirde Ahvâl-ı Kıyâmet’teki cennet resimlerine benzer şekilde neşeli bir bahar günü canlandırılmaktadır. Ahvâl-ı Kıyâmet’te yer alan sade resimlere karşılık burada detaylar ve yoğunluk hakimdir. Ayrıca Falnâme’de tasvir edilen cennetteki hâleli kutsal kişi ve melek figürleri de Ahvâl-ı Kıyâmet yazmalarındaki resimlerden farklı olan ayrıntılardır (Resim 18).

Cennetle ilgili canlandırma Yazıcızâde Mehmet Efendi’nin (ö. 855/ 1451), içinde zengin bir kıyamet ikonografisinin yer aldığı Muhammediyye adlı eserinin 1306/1888 tarihli basılmış gravür tekniğiyle betimlemelerle bezeli baskı nüshalarında da yer alır. Eserde cennetle ilgili pek çok gravür bulunmaktadır. Bu gravürlerden birinde cennetteki bir köşk betimlenmiştir. Eserin metninde yer verilen ve gravürün de resimlediği, Hz. Muhammed’e atfedilen şu rivayet şöyledir: Allah cennet içinde kızıl yakuttan yetmiş bin şehir yarattı. Her şehre yetmiş bin köşk bina etti. Her köşkün içinde, üzerinde güzel bir huri olan yeşil cevher zebercedden taht yarattı [64]. Gravürde, dönemin beğenisine uygun olarak barok mimarisinin ögelerini barındıran bir köşk canlandırılmıştır (Resim 19).

SONUÇ

Cennet tasvirlerinde, İslam kültürünün genel kabulüne uygun olarak çiçekler ve ağaçlardan oluşan yeşil bir coğrafî mekanın vurgulandığı görülmektedir. Sahnelerde mevsim olarak çiçeklerin açtığı, yeşilin kendisini iyice hissettirdiği bahar günleri canlandırılmıştır. Ancak resmin konusuna göre ayrıntılarda farklılıklar göze çarpmaktadır.

Âdem’in cennetinde yeşilliğin yanında yılan, tavus kuşu, ejderha, yasak meyve gibi imgeler ön plana çıkarken; müminlerin ebedî yurdu olarak betimlenen cennet tasvirlerinde ise yeşillikler yanında köşk ve huri imgelerinin ön plana çıktığı görülmektedir. Kıyamet sonrasında müminlerin mükafat olarak kalacağı mekan betimlemelerinde yılan, ejder, tavus kuşu gibi figürler yer almaz. Kur’ân-ı Kerim’de de bahsedilen süt, bal, şarap nehirleri Mi’rac ve Deccal ile ilgili sahnelerde yer alır.

Tasvirlerde İslâm dininin Kur’ân-ı Kerim ve güvenilir hadis kitapları gibi temel kaynaklarında var olmayan, halk kültüründe görülen unsurların da yer aldığı görülmektedir. Özellikle Âdem’in cenneti betimlemesinde tavus kuşu, ejderha, başak demeti gibi unsurlara yer verilmiş olması bunun bir ifadesidir.

16. ve 17. yüzyıl cennet Türk minyatür sanatında görülen yapı betimlemeleri dönemlerine uygun olarak kubbeli, kemerli ve sade olarak resmedilmesine karşılık 19. yüzyılda hazırlanan Muhammediye’deki cennet resimlerinde ise batı tarzında yapılar görülmektedir. Bu farklılık, kişilerin yaşadıkları dönemin ve sahip oldukları kültürün cennet tasavvurlarını etkilediğini akla getirmektedir.

<17>

Dipnotlar

  1. Ömer KARA, Kur’an’da Metafizik Bir Âlem: Cennet, İstanbul, 2002, Rağbet Yayınları, s. 61.
  2. Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/35; Araf, 7/19, 22, 27; Tâhâ, 20/117, 121.
  3. Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/265, 266; En’am, 6/99, 141; Nuh, 71/12.
  4. KARA, a.g.e., s. 63-64.
  5. KARA, a.g.e., s. 73-76; Galip TÜRCAN, Kur’an Ahiret İnancı, Süleyman Demirel Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Isparta 2002. s. 24-256.
  6. Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz: Sheila S. BLAIR and Jonathan M. BLOOM, Images of Paradise in Islamic Art, Hood Museum of Art, Texas, 1991.
  7. Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bab 2/1-25, Bab 3/1-24.
  8. Örnekler için bkz. Sevgi GÜRTUNA, “İtalya’da Rönesans Resminde Âdem ve Havva Betimlemeleri”, Sanatsal Mozaik, Yıl:2, S. 8, İstanbul, 1997, s. 46-52 (Makaleyi gönderen Mükerrem KÜRÜM’e teşekkür ederim.)
  9. Kur’ân-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/30-36.
  10. Hz. Adem’in yaşadığı cennetle ilgili tartışmalar için bkz. KARA, a.g.e., s. 66-78; Süleyman Hayri BOLAY, “Adem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklepodisi, c. I, s. 360-361, İstanbul 1988
  11. Güner İNAL, Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılara Kadar), Ankara, Atatürk Kültür Merkezi, 1995, s. 119; David Talbot RICE, Islamic Art, London, 1996, Thames And Hudson, s. 218.
  12. İNAL, a.g. e., s. 63; RICE, a.g.e., s. 115-116.
  13. Ebu Bekr b. Furek (ö. 407h) Müşkilü’l-Hadîs Fî Beyânihi, Tahkik: Musa Muhammed Ali, Beyrut, 1985, Âlimü’l-Kütüb, s. 51.
  14. Ebu Bekr b. Furek, a.g.e., s. 51.
  15. İsmet CEMİLOĞLU, 14. Yüzyıl Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks İncelemesi, Ankara, 1994, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, s.129.
  16. Rachel MILSTEIN-Karin RÜHRDANZ-Barbara SCHMITZ, Stories of the Prophets Illustrated Manuscirpts of Qisas al-Anbiya, Mazda Publisher, 1999, California, s. 206.
  17. MILSTEIN, a.g.e., s. 211.
  18. Sümbül, Arapça sözlüklerde hem sümbül hem başak anlamına gelmektedir.
  19. İbn-i Kesir (Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesir el-Kureşî el Dımeşkî ö. 774 h.), Tefsîru’lKur’âni’l-Azim, Beyrut 1966, c. I, s. 137.
  20. İbn Kesir, a.g.e., c. I, s. 138.
  21. Elmalı’lı M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat btyy, c. I, s. 323.
  22. CEMİLOĞLU, a.g.e., s.130.
  23. Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/35.
  24. Geniş bilgi için bkz. Rachel MILSTEIN, Miniature Painting in the Ottoman Baghdad U.S.A., 1990, Costa Mesa: Mazda Publishers, s. 100-105; Metin AND, Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası, İstanbul, 1998, Akbank Yayınları, s. 372.
  25. Kur’ân-ı Kerim, İsra, 17/1.
  26. Müslim b. Haccac EL-KUŞEYRÎ ( h. 206-261), el-Câmiu’s-Sahîh, Kitâbü’l-İmân 263, (Tercüme Mehmet Sofuoğlu), İstanbul, 1967, İrfan Yayınevi, c. I, s. 226.
  27. Konuyla ilgili geniş bilgi ve tartışmalar için bkz. Muhammed HAMİDULLAH, İslam Peygamberi, Çev. Salih TUĞ, İstanbul, 1990, İrfan Yayınevi, c. I, s. 129-148.
  28. Sahih-i Buharî Muhtasarı, Tecrîd-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, Trc. Ahmet Naim, Ankara, 1978, Başbakanlık Bas., V. Baskı, c. II, s. 273-280; Sahih-i Müslim Tercümesi, Kitâbü’l-İmân, Trc. Mehmet SOFUOĞLU, İstanbul, 1970, Ahmet Said Matbaası, c. I, s. 225-226.
  29. YAZIR, a.g.e., c. V, s. 3142-3153; Mehmet VEHBÎ, Hülâsatü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, İstanbul, 1968, Üçdal Yayınevi, c. VIII, s. 2937-2941.
  30. Ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman MOLLAİBRAHİMOĞLU, Mi’rac Gerçeği, Akbel Yayınları, İstanbul, 1991.
  31. Richard ETTINGHAUSEN, “Persian Ascension Miniatures of the Fourteenth Century” XII Convegno ‘Volta’ Promosso Dalla Classe Di Scienze Moral Storiche e Filologiche, Tema: Oriente e Occidente Nel Medioevo, Roma, 1957, Accademia Nazionale Dei Lincei, s. 360; Zeren TANINDI, Siyer-i Nebi İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed’in Hayatı, byy, 1984, Hürriyet Vakfı Yayınları s. 11; Güner İNAL, Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılara Kadar), Ankara, 1995, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, s. 88.
  32. ETTINGHAUSEN , a.g.e., s. 360; TANINDI, a.g.e., s. 11.
  33. Maria-Rose SEGUY, The Miraculous Journey of Mahomet, Miraj Nâmeh (Paris-BN, Turc 190), New York, 1977, s. 7-8.
  34. Kur’ân-ı Kerim, Muhammed, 47/15.
  35. CEMİLOĞLU, a.g.e., s.129
  36. Kürşat DEMİRCİ, “Deccâl” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994, c. IX, s. 67.
  37. Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail BUHARİ, Es-Sahih (Sahih-i Buhari), İstanbul, 1992, Çağrı Yayınları, Fiten 26, VIII, s. 103; Ebu’l Huseyn Müslim el-Haccac MÜSLİM, esSahih, İstanbul, 1992, Çağrı Yayınları, Fiten 105-108, III, s. 2249-50; Süleyman b. Eşas esSicistâni EBU DAVUD, es-Sünen, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992, Melâhim 14, IV, s. 494; Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî İBN MÂCE, es-Sünen, İstanbul, 1992, Çağrı Yayınları, Fiten 33, II, s. 1360.
  38. Arapçasının kütüphanelerdeki adının Cifr el-Câmi’ olarak da kayıtlı olduğu görülen ve yazarı Abdurrahman b. Muhammed b. Ali b. Ahmed El-Bistâmi (ö. 858/1454)’nin ed-Dürrü’lMunazzam fî Sırrı’l-İsmi’l-A’zam şeklinde isimlendirdiği eserin, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (Bağdat 373), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (Nadir Eserler Bölümü, TY 6624) ve Chester Beatty Kütüphanesinde (No: 444) olmak üzere toplam 3 tasvirli nüshası bulunmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Bahattin YAMAN, Osmanlı Resim Sanatında Kıyamet Alametleri: Tercüme-i Cifr el-Câmi ve Tasvirli Nüshaları, Hacettepe Ünv. Sosyal Bilimler Ens. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2002.
  39. Tercüme-i Miftah-ı Cifr el-Câmi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, TY 6624, vr. 94a.
  40. Tercüme-i Miftah-ı Cifr el-Câmi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, TY 6624, vr. 97b.
  41. Kur’ân-ı Kerim, Ankebût, 29/58.
  42. Kur’ân-ı Kerim, Muhammed, 47/15.
  43. Kur’ân-ı Kerim, Nebe, 78/32; Yasin, 36/57; Muhammed, 47/15; Saffat, 37/42.
  44. Kur’ân-ı Kerim, Rahman, 55/68.
  45. Kur’ân-ı Kerim, Vâkıa, 56/28-29,30-32.
  46. Kur’ân-ı Kerim, Nîsâ, 4/57; Ra’d, 13/35; Vakıa, 56/30.
  47. Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/25; Al-i İmran, 3/15, 136, 195.
  48. Kur’ân-ı Kerim, Yunus, 10/9.
  49. Kur’ân-ı Kerim, Ankebût, 29/58.
  50. Kur’ân-ı Kerim, Tevbe, 9/72; Saf, 61/12.
  51. Kur’ân-ı Kerim, Furkan, 25/10.
  52. Kur’ân-ı Kerim, Zümer, 39/20.
  53. Kur’ân-ı Kerim, Ankebût, 29/58.
  54. Kur’ân-ı Kerim, Yâsîn, 36/56. Ayrıca bkz. Nîsâ, 4/57; Zuhruf, 43/70.
  55. KARA, a.g.e., s. 221.
  56. Kur’ân-ı Kerim, Duhan, 44/54; Tûr, 52/20.
  57. Kur’ân-ı Kerim, Vâkıa, 56/22-23.
  58. Kur’ân-ı Kerim, Saffat, 37/48-49.
  59. Rachel MILSTEIN, Miniature Painting in the Ottoman Baghdad U.S.A.-Costa Mesa 1990, Mazda Publishers s. 96; TANINDI, a.g.e., s. 13; Banu MAHİR, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2005, Kabalcı Yayınevi, s. 102.
  60. Ahval-ı Kıyâmet, Süleymaniye Kütüphanesi, Hafid 139, vr. 50a-50b.
  61. Kur’ân-ı Kerim, Zuhruf, 43/70.
  62. Kur’ân-ı Kerim, Rum, 30/15.
  63. Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/25; Al-i İmran, 3/15, 136, 195.
  64. YAZICIZÂDE MEHMED EFENDİ (ö. 855/1451), Muhammediyye, İstanbul, 1306, Matbaa-i Osmâniyye, s. 381-382.