Giriş
Sancak Burnu Kalesi’nin geçmişine dair yanıtlanması gereken birçok soru, yapıyı ele alan monografik birkaç çalışmaya konu olsa da tam olarak açıklığa kavuşmamıştır[1] . Bu çalışmada İzmir’i 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ziyaret eden altmış bir Batılı seyyahın ve Osmanlı gezginlerinin seyahatnameleri taranarak Sancak Kale hakkında bilgi verenlerin anlatıları saptanmış, Pîrî Reis’in 1521 tarihli ilk ve 1526 tarihli ikinci telifinin resimli tüm kopyaları taranarak Sancakburnu mevkiinde Kale’nin inşa sürecinin izleri aranmış, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi’nde Sancak Kale’ye dair bulunan tüm arşiv kayıtları incelenmiş, Kale’nin Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde yer alan ve ilk kez yayınlanacak olan 1840 tarihli planına ulaşılmış, yine diplomatik görevle Osmanlı İmparatorluğu kıyılarını dolaşan Gravier d’Ortieres’in beraberindeki deniz mühendislerinin hazırladıkları planlar irdelenmiş ve seyahatnamelere eşlik eden gravürlerde, kenti ziyaret ederek betimleyen Avrupalı ressamların tablolarında ve yurtdışı müzelerin dijital kataloglarında rastlanan harita resim tarzındaki çalışmalarda ve panoramik manzaralarda belgelenen Sancak Kale görünümleri tespit edilmiştir[2] . Yazılı ve görsel olmak üzere ulaşılan tüm verilerin bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi sonucunda yapı için doğruluk oranı yüksek, güvenilir belgeler üretilmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle çalışmanın öncelikli amacı Kale’nin tarihî ve mimari serüvenini ortaya çıkararak yapı hakkında doğru ve bilimsel bir tarihsel kurgu oluşturmak, unutulan, fark edilmeyen ya da daha az bilinen bu kentsel hafıza mekânı ve kültür varlığını tarih, sanat ve mimarlık tarihi bağlamında yapı-kent hikâyesinin bütünleştirilmesini sağlamaktır.
Seyahatnamelerin ve Arşiv Belgelerinin İzinde Sancak Kale’nin İnşa Tarihi ve Süreci
İnşa kitabesi bulunmayan Sancak Kale’nin ne zaman yaptırıldığına dair bilgiler çelişkilidir. Kale hakkındaki en erken yazılı veri, 1653 yılının Aralık ayında İzmir’e gelen seyyah D’Arvieux’nun satırlarında yer alır. Seyyah yapıyı, Sancak Burnu’nun ucunda, deniz seviyesine çok yakın bir konumda, denizden gelen gemilere ateş eden topçuların bulunduğu Osmanlı tarzında bir kale olarak tanımlar. Körfezin girişindeki sığlığı belirterek yapının kent için önemine vurgu yapan D’Arvieux’nun bu açıklamasıyla Kale’nin 1653 yılı öncesindeki varlığı kanıtlanmış olsa da ne zaman inşa edildiği sorusu cevapsız kalır[3] . Araştırmacı Baykara, seyyah D’Arvieux’nun 1653 yılında bu kaleden bahsetmesini gerekçe göstererek yapının 1650 yıllarında yapıldığını kabul eder[4] . Beyru ise Iconomos’un kalenin inşa tarihini 1656 olarak verdiğini söyler ve Iconomos’un çalışmasını Fransızcaya çeviren Slaars’ın çeviriye eklediği dipnotta, “Tavernier, 1631 civarında ilk yolculuğunda İzmir’i gördüğünde bu kaleden şu şekilde bahseder…” ifadesini dikkate alarak 1631 öncesinde var olduğunu düşündüğü Sancak Kale’nin 17. yüzyıl ortalarında onarılarak yeniden ayağa kaldırıldığını önerir[5] . Doğu ülkelerine yaptığı seyahatleri kaleme aldığı eserinin birinci cildinde İzmir’e yaptığı geziden söz etse de yazarın bilgi verirken kronolojik bir anlatım gözetmediğini, dolayısıyla 17. yüzyıl boyunca birçok kez İzmir’e gelen seyyahın bu kent ile ilgili söylemlerinin sonraki ziyaretlerine ait olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca Tavernier’nin anlattığı hikâyeye göre yakın zamanda ayağa kaldırılan bu kalenin inşa sebebi Osmanlıların Venediklilerle yaptığı son savaşlarda Osmanlı filosunun Ege Denizi’nde uğradığı yenilgidir. Filosunu yeniden güçlendirmek isteyen Büyük Sultan’ın İzmir limanında bulunan İngiliz ve Hollanda gemilerine ücret karşılığı hizmet alımı için elçi göndermesi üzerine Venediklilere karşı denize açılma teklifini reddeden kaptanlar o sırada İzmir’de ne kale ne de top olduğu için demir alıp limanı hızlıca terk etmişlerdir. Büyük Vezir, kaptanların bu tutumu ile gemilerin hiçbir engelle karşılaşmadan girip çıkabilmesine öfkelenerek, gemileri kontrol altına almak adına körfezde bir kale inşa etmeye karar verir. O zamandan itibaren filoların eşlik ettiği konvoy halindeki gemiler artık İzmir’e kadar gitmemekte, kaleden daha aşağıda ve top menzilinin dışında durmaktadırlar[6] . Burada bahsi geçen olayın 1645-1669 yılları arasında Venedik ve Osmanlı İmparatorluğu arasında yaşanan Girit Savaşı’nın bir evresi olan 1656 tarihli Çanakkale Deniz Muharebesi’ni işaret ettiği düşünülürse Sancak Kale’nin ilk inşa tarihini 1631 öncesine götürmenin yanlış olacağı anlaşılır[7] . Nitekim Thevenot, Dapper, Arundell gibi seyyahlar da eserlerinde Sancak Kale’nin inşasını aynı olay ile ilişkilendirirler[8] .
Seyyah anlatıları dışında Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye isimli eserindeki Ege Denizi kıyılarını gösteren haritalarda da Sancak Kale’nin inşasına dair ipuçları bulunur. Eser 1521 ve 1526 yıllarında olmak üzere iki telif halinde hazırlanmış ve çeşitli kopyaları günümüze ulaşmıştır. İlk telifin 962/1554-55 tarihli nüshasında (İSK Hamidiye 945) vr. 22b-23a’da Kale-i İzmir ve Urla Kenarları’nı gösteren haritada, Sancak Burnu mevkiinde, kulesi ve burçları ile kale tasvir edildiği ve yanına “Sancak Burnu Kala-i Cedid’de liman-ı Sultan Gazi fi sene 1066” notu düşüldüğü görülür. Aynı telifinin 977/1569 tarihli bir diğer nüshasında (BUB MS.3613) vr. 17b’de Urla, İzmir ve Foça kıyılarını gösteren haritada ise kale tasviri bulunmasa da aynı noktadaki “Sancakburnu Kale-i Cedid sene 1066” notu dikkat çeker[9] . Söz konusu iki nüshada Sancak Burnu mevkiine sonradan eklendiği anlaşılan bu kayıtlar 1066/1655-56 tarihini işaret ederek Tavernier, Thevenot, Dapper, Arundell gibi seyyahların kalenin inşasına dair verdiği 1656 tarihini destekler, Cedid ifadesi ise bu kalenin yeni olduğunu vurgular.
Bu noktada “İzmir Limȃnı ucunda Sancakburnu demekle ma’rûf olan mahalde Kal’abinȃ olunması ehemm-i mühimmȃt’ıümûr-ı dîn-i devlet olmağla devletlü usta ve neccȃr ve bennȃlar cem eyleyüp ale’t-ta’cîl mahall-i mezbûrda bir kal’abinȃ ve ihyȃ eylemek…” şeklinde kayda geçen 1 Eylül 1657 (H 22.11.1067) tarihli belge önem taşır[10]. 1657 yılında Sancak Burnu’nda bir kalenin inşasını kanıtlayan belge, kalenin inşası için 1656 tarihini veren seyyahları ve Pîrî Reis haritalarına eklenen notları da destekler. O hâlde cevap aranması gereken ilk soru Sancak Burnu Kalesi’nin hangi sebeple 1657 yılında yeniden inşa durumuna geldiğidir. 20 Mayıs 1654 yılında İzmir merkezli bir deprem yaşandığı, camiler, evler ve minarelerin yıkıldığı bilinir[11]. Böyle bir depremin varlığı, Sancak Kale özelinde veri bulunmasa da yapının bu depremde hasar aldığını ve 1657 yılının Eylül ayında yeniden ayağa kaldırma süreci yaşadığını akla getirir. 1657 tarihli belgede geçen ale’t-ta’cîl ifadesinden de kalenin inşasının hemen tamamlanmasının istendiği anlaşılır. Ayrıca 8 Ekim 1657 tarihli mühimmat defterinden Eylül ayında inşasına başlanan Kale’ye, 1 ay sonra top nakli yapıldığı öğrenilir[12]. Sancak Burnu’nda yeniden inşa edilecek kale için Çine halkından vergi toplandığı bilgisini içeren 17 Kasım 1657 tarihli kayıt ise inşa sürecinin devam ettiği bilgisini verir[13]. Ayrıca bu kayıtta geçen “müceddeden” ifadesi D’arveux’nun işaret ettiği üzere yapının 1653 yılında var olduğu ve muhtemel deprem nedeniyle gördüğü zarar üzerine tekrardan ayağa kaldırıldığı görüşünü destekler. İnşaatı devam ederken kullanılmaya başlandığı anlaşılan Kale’nin, 17 Şubat 1670 tarihli belgede geçen “…müceddeden inşa edilmiş olan Sancakburnu Kalesi…” ibaresinden yola çıkarak, 1670 yılının başında bu sürecini çoktan tamamlamış olduğu görülür[14].
Kale’nin inşa tarihine ilişkin Batılı seyyahların verdiği bilgilerin yanı sıra kenti 1671’de ziyaret eden Evliya Çelebi, kale kapısında bulunan kitabeyi nakleder. Bu kitabeye göre binanın yapım tarihi 1077/1666’dır[15]. Araştırmacılar, Evliya Çelebi’nin 1656 yerine 1666 tarihini vermesini farklı şekilde değerlendirirler. Ülker, 10 yıllık sürecin bir yapının onarım geçirmesi için kısa olduğunu, 1666 yılında kalede genişletme çalışması yapıldığını ancak daha büyük olasılıkla bu tarihin yanlışlıkla 1666 yazılmış olabileceğini ileri sürer[16]. Gökpınar ise inşa sürecinin 10 yıl kadar sürdüğü düşüncesindedir[17].
Bahsedildiği üzere Kale’nin yapımını Girit Savaşı’nın bir evresi olan 1656 Çanakkale Deniz Muharebesi ile ilişkilendiren Tavernier, Kale’nin banisi olarak Köprülü Mehmed Paşa’yı (1656-1661) zikreder[18]. İnşası ile körfezdeki her tür gemi giriş çıkış özgürlüğünün kısıtlandığına işaret eden bu seyyahlar, Kale’nin askerî anlamda bir kontrolörlük görevi üstlendiğine dikkat çeker. Yapı hakkında görece daha az bilgi veren birçok seyyah da, Kale’nin gemileri önünden geçmeye mecbur bırakan konumu nedeniyle bir kontrolör durumunda olduğu konusunda hem fikirdir[19]. Tournefort ile Spon bunlara ek olarak korsan saldırılarına da vurgu yapar[20]. Bu bağlamda seyyah D’Arvieux’nun, Türklerin Venedikliler ve diğer uluslarla savaşları nedeniyle böyle kaleler inşa ettirdiğini özellikle vurgulaması da dikkat çekicidir[21]. Bu söylemler, seyyah anlatıları ile dönemin askerî-siyasi yapısının büyük ölçüde örtüştüğünü ortaya koyar. Nitekim Sancak Kale’nin inşa edildiği 1657 yılı, dönem konjonktürü gereği mevcut kalelerin onarıldığı ve kilit noktalara yeni kalelerin yapıldığı bir sürece denk gelir. Bilindiği üzere Venedik ve Osmanlı donanmaları arasında 1645 yılından itibaren 1669 yılına kadar süregelen Çanakkale Şavaşları nedeniyle Çanakkale Boğazı’nın tahkimine başlanır. 1659 yılında Köprülü Mehmed Paşa’nın sarayı ikna etmesiyle gerçekleşen bu inşa girişimi sonrasında boğazdaki mevcut iki kale onarılmış ve iki kale daha inşa edilmiştir[22]. Öyle anlaşılıyor ki bu furya bir Venedik yenilgisi sonrasında Köprülü Mehmed Paşa’nın talebiyle gerçekleşecek olan Sancak Burnu Kalesi’nin yeniden inşa girişimiyle başlayıp Çanakkale kaleleri ile son bulmuştur.
Diğer bir grup seyyah ise özellikle Kale’nin kent ticareti ile bağlantısına vurgu yapmaktadır. Evliya Çelebi kalenin, ticaret gemilerine sağlıklı bir vergi kontrolü yapılabilmesi amacıyla Köprülü Mehmed Paşa tarafından inşa edildiğini belirtir. Kale’nin inşası sonrasında gümrük vergisi gelirinin 200 kese arttığını, bu fazlalığın her sene devam ettiğini dile getirir[23]. 1678 yılında İzmir’i ziyaret eden seyyah Cornel de Bryun, kalenin inşasına ilişkin bambaşka bir hikâye aktarır. Onun anlatımına göre İzmir’de görev yapan Ermeni gümrük memuru Antoine Silbi dolandırıcılık suçlamasıyla Osmanlı hükümeti tarafından İstanbul’a çağrılır. Ancak Silbi bir gemiye binerek apar topar İzmir’den ayrılır. İşte o günden itibaren İzmir gümrüğünde Türkler dışında kimse çalıştırılmaz ve bu Kale inşa edilir. Böylece vergisini ödediğini gösteren gümrük belgesini ibraz etmeden hiçbir gemi limandan ayrılamaz[24]. Bryun’un hikâyesi diğer seyyah anlatılarından farklılaşsa da Sancak Kalesi’nin inşa gerekçesi gümrük vergisiyle ilişkilendirilmiştir. 1675 yılında İzmir’e gelen Spon -üst satırlarda işaret edilen korsan saldırılarına ek olarakSancak Kale’nin gümrük denetimi yaptığı konusunda Evliya Çelebi ve de Bryun ile hemfikirdir[25]. Bu konuda hemfikir olan bir diğer seyyah Sandrart (1687), kalenin her gemiden 38 kuruş toplamak için yaptırıldığını söyler[26]. Turner’ın “geçen her ticaret gemisinden 20 para alınır” şeklindeki ifadesi ise kalenin vergi denetimi konusunda işlerliğinin 1815 yılına gelindiğinde de devam ettiğini gösterir[27].
Seyyahların satırları arasından Sancak Kale’ye dair edinilen bir diğer bilgi Kale’nin adının kaynağıdır. Evliya bu ismin kaynağını “…Bu kaleye Sancakburnu denmesinin sebebi, herhangi bir kafir kanyonu İzmir’e girmek isterse beyaz sancak çekerek itaat ettiğini gösterdikten sonra limana girebilir.” diyerek aktarır[28]. Iconomos ile Arundell ise Kale’de sürekli Türk bayrağının dalgalanması nedeniyle isminin Sancak Kale olduğuna dikkat çeker[29]. 1698 yılında İzmir’e gelen seyyah Edmund Chishul yeni ve güçlü bir kale olarak tanımladığı Sancak Kale’de gerektiğinde hükümdarın bayraklarının dalgalandığını ifade eder[30]. Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye’sinin 1526 tarihli ikinci telifinde İzmir’e gelen gemilerin Sancak Burnu’na girdikten sonra bu bölgenin sığ olması nedeniyle geçişi ortaladıkları belirtilir[31]. Henüz Kale’nin inşa edilmediği bir döneme ait olan bu tanımlama, yapının ismine yönelik bu yorumları çürütür. Nitekim eserin kalenin inşası öncesine ait 1553 tarihli iki nüshasında ve 1555, 1569, 1570, 1574 (İKK Hacı Ahmed Paşa 171 vr. 82a ve 172 vr. 21b, İSK Hamidiye 945 vr. 22b-23a, BUB MS. 3613 vr. 17b, İSK Hüsrev Paşa 272 vr. 17a, İSK Ayasofya 2612 vr. 159a) tarihli nüshalarında yer alan Ege bölgesi kıyılarını gösteren haritalarda bu mevki yine Sancakburnu olarak adlandırılmıştır. Ayrıca 1657 tarihli söz konusu belgede geçen “Halȃ İzmir kurbunda Sancakburnu demekle ma’rûf mahalde müceddeden binȃsı fermȃn olunan…” ve “…Sancakburnu kurbunda cedîden binȃsı fermȃn olunan…” şeklindeki ifadelerden de seyyahların yorumlarının aksine yapının adını, bulunduğu burnun isminden aldığı anlaşılır[32].
Kale’de dalgalanan bayrağı konu alan söz konusu seyyah anlatıları, sancak aracılığıyla gemilerle kurulan iletişim yöntemine ışık tutması açısından önemlidir. Seyyah Scherer (1860) “…kulesinde, İzmir’e girmekte olan Avusturya sancağını selamlamak için Osmanlı sancağı dalgalanmaktaydı” diyerek Kale’de dalgalanan bayrağın bir selamlaşma ritüeline işaret ettiğini gösterir[33]. Gerçekten de deniz ticaretine aracılık eden uluslararası gemilerde kullanılan bayrakların özellikle 17. yüzyılın ortalarından itibaren yaygınlaşmaya başladığı görülür[34]. Ancak seyyah Covel’in (1670-79) İzmir’e yaklaştıkları sıralarda birinin direğinde bayrak bulunan dört gemi gördük, ancak dost mu düşman mı olduklarını anlayamadık demesi 17. yüzyılın son çeyreğinde uluslararası gemilerde kullanılan bayrakların taşıdığı sembolik dilin henüz oturmadığını gösterir[35]. Robert Walsh’un (1834-36) “Her ulustan gemilerin çeşitli flamaları ile neşelendirdiği körfez içerisinde Fransızların ayrı bir yeri vardı” şeklindeki bilgisi, 19. yüzyılda bayrak kullanımında çeşitliliğin arttığını gözler önüne serer[36]. İzmir ise 1700 yılının başından itibaren kendi bayrağı ile dikkat çeker. 18. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’daki denizcilikle ilgili kitaplarda ve bayrak albümlerinde boy gösteren enine yeşil-beyaz çizgili İzmir bayrağının III. Selim (1789-1807) Dönemi’nde halen kullanıldığı bilinmektedir. 1820 tarihli bir kitapta Porte Ottomana başlığı altında verilen İzmir bayrağının, İzmir limanını tanımladığı, dolayısıyla da bir ticaret bayrağı olduğu öğrenilir[37]. Tüm bu veriler ışığında Evliya Çelebi’nin İzmir’e geldiği 1671 yılında, henüz ortaya çıkmaya başlayan bayrak sisteminin tam oturmamış olduğu ve İzmir limanına ait bayrağın henüz şekillenmediği düşünülürse, gemilerin limana sorunsuz girişlerini beyaz bayrak asarak sağladıkları önerilebilir.
1671 yılında İzmir’e doğru hareket eden seyyah J. Chardin yolculuk yaptığı Hollanda ticaret konvoyunun 6 ticaret, 2 savaş gemisinden oluştuğunu söyler[38]. De Bryun ise İzmir Körfezi girişinde 6 savaş gemisinin 2 ticaret gemisini beklediğini özellikle vurgular[39]. Bu söylemlerden anlaşılacağı üzere 17. yüzyılda İzmir’e gelen ticaret gemilerine refakat eden savaş gemilerinin varlığı açıktır. Bu refakatçi savaş gemilerinin Sancak Kale’nin top menzili dışında bekledikleri de bilinmektedir[40]. Ancak yine de Körfez’e girebilen gemilerin Sancak Kale’yi selamlamak zorunda olduğu seyyahlar tarafından özellikle vurgulanmıştır[41]. İlginçtir ki top atışlarıyla gerçekleşen bir selamlaşma ritüelinin varlığı yine seyyahlar aracılığıyla öğrenilir. Seyyah Mottraye İzmir Körfezi girişinde gemilerinin beş top atışıyla kaleyi selamlandığından bahseder[42]. Seyyah Covel ise İzmir’e demir attıktan sonra limanı yedi top atışı ile selamladıklarını dile getirir[43]. Tüm bu anlatılar selamlaşma ritüelinin iki farklı şekilde süregeldiğini düşündürür. 18. yüzyılın başlarından itibaren, top atışları yanı sıra kalede dalgalanan Osmanlı sancağı ile özel bayraklara sahip gemiler arasında limana geçiş izni tadında bir selamlaşma ritüelinin varlığından söz edilebilir. Ancak Sancak Burnu Kalesi’nin isimlendirilmesinde sancak ritüelinin bir etkisi yoktur.
Sözü edilen 1657 tarihli belgedeki bir diğer bilgi, Kale’nin inşası için tayin edilen yapım yöneticisine aittir. “…bir kal’abinȃ ve ihyȃ eylemek içün dergȃh-ı âli kapucubaşılarından Hısım Mehmed Ağa tayin…” ifadesinden de anlaşılacağı üzere Sancak Kale’nin inşası için Dergâh-ı Âli Kapıcıbaşısı Hısım Mehmet Ağa görevlendirilmiştir[44]. Evliya Çelebi ise “…Dergȃh-ı âli kapıcıbaşısı Gevezezâde (…) Ağa’nın nezaretinde…” şeklinde dile getirdiği üzere başka bir isim verir[45]. Adı geçen isimler farklı olsa da inşaatın yapım yöneticisinin kapıcıbaşı konumundaki bir saray görevlisi olduğu anlaşılır ki bu da saray destekli bir inşaatın varlığına işaret eder. Osmanlı İmparatorluğu’nda Hassa Mimarları Ocağı ile iş birliği içinde çalışan bina eminlerinin, bürokrasinin yüksek mevkilerinde görev alan, inşa-imar işlerinden anlayan, itibarlı kişiler arasından seçildiği ve mücbir haller dışında bu görev için genellikle Dergâh-ı Âli kapıcılarının tercih edildiği bilinir[46]. Üst satırlarda söz edildiği üzere 17. yüzyılda, Köprülü Mehmed Paşa’nın ikna etmesiyle saray tarafından Çanakkale Boğazı’nın tahkimine başlanır. 18.yüzyılda da konum ve işlevi gereği birçok kale yine saray desteğiyle yeniden ayağa kaldırılır[47]. Bu bağlamda Sancak Kale için de, seyyah anlatılarını desteleyecek şekilde Sadrazam Mehmed Paşa aracılığıyla gerçekleşen saray bağlantılı bir inşaattan rahatlıkla söz edilebilir.
Üzücüdür ki Sancak Burnu Kalesi’nin 1656-1657 inşası sonrasındaki ömrü kısa sürer. 10 Temmuz 1688 yılında yaşanan büyük İzmir depremi yapıyı tahrip eder[48]. Depremle birlikte kale duvarlarının yıkıldığı, yapının bulunduğu toprak parçasıyla suya battığı ve bu nedenle de adeta bir adacığa dönüştüğü, deniz suyunun içerideki mazgallar ile top seviyesine kadar yükseldiği öğrenilir[49]. Kale’nin ciddi onarım gerektiren deprem sonrası durumu 8 Eylül 1688 tarihli Mimar Ahmed Ağa’nın hazırlamış olduğu keşif defterine yansır[50]. Depremde yıkılan Sancakburnu Kalesi’nin yeniden inşası için para toplama emrine uyulmadığını kaydeden 14 Kasım 1688 tarihli belge ile zelzelede yıkılan kalenin tamir edilmesi gereğini içeren 1 Nisan 1689 tarihli bir diğer belge yeniden inşa/tamir sürecinin hemen başladığını gösterir[51]. 14 Şubat 1689 tarihli bir diğer kayıtta Sancakburnu Kalesi’nin, mimar başı İvaz’ın ölümü üzerine muattal kaldığı dile getirilir[52]. İzmir kadısına “Sancakburnu Ka’lası’nın yapımıyla görevli kişinin gönderilmesi” konusunu içeren 6 Mart 1690 tarihli belge ise 1690 yılının başında inşa sürecinin tekrardan başlamış olduğunu gösterir[53]. İzmir Kadısına gönderilen, 30 Ağustos 1695 tarihli, geciktiği vurgulanarak Kale’nin içinde biriken suyun akıtılması, tamirin hızlandırılması ve tamire engel olanların bildirilmesi konulu hükümden, 1695 yılında onarımın hala devam ettiği öğrenilir[54]. Venedik Donanmasının gelmesi üzerine acilen Kale’ye barut verildiğini söyleyen 7 Temmuz 1695 tarihli bir diğer belgeden ise askerî ihtiyaç gereği, onarım tamamlanmadan yapının kullanıma açıldığı anlaşılır[55]. Bu, yukarıda sözü edilen inşaat başlar başlamaz kaleye yapılan top naklini de anlamlandırır. Nitekim Fransız kaynakları da hasarlı kalenin, liman ticaretindeki önemi dolayısıyla kısa sürede yenilenerek 1691 yılında yeniden işlerlik kazandığından bahseder[56]. Öyle anlaşılıyor ki Kale, olasılıkla eski planına sadık kalınarak, en kısa sürede yenilenmiş ve onarımı tam olarak tamamlanmadan kullanılmaya başlanmıştır.
Sancak Kale’nin sonraki süreci hakkında bilgiler sınırlıdır. Büyüklü küçüklü çok sayıda deprem yaşayan İzmir’in 1739, 1778, 1828, 1846 yıllarında gerçekleşen sarsıntılardan etkilendiği bilinse de Sancakburnu Kalesi’nin hasar alıp almadığına dair açıklama yoktur[57]. Bir arşiv belgesi 1739 depreminden sonra, 1743 yılında Kale’ye Foça’dan barut nakli yapıldığı bilgisini verir[58]. Bunun dışında Kale’nin 19. yüzyıl üslubunu yansıtan mescidinin iç kapısı üzerinde bulunan H 1164/1750-51 tarihli mermer kitabesi önemlidir[59]. Bu kitabe, 1739 depremi sonrasındaki onarımı düşündüren ve belki de tarihlendiren bir veri olarak değerlendirilebilir. 20 yıl sonra, 1771 yılında toplarının azlığı nedeniyle Kale’ye birkaç top daha getirilmesini içeren bir hüküm daha karşımıza çıkar[60]. Bu kayıttan Kale’nin işler durumda olduğu anlaşılsa da, yapının tamiri ve askerî giderlerini karşılayan İzmir halkından toplanması istenen deve ve beygirlerin bir kısmının affını içeren 1772 tarihli bir diğer belge bu süre zarfında geçirilmiş bir başka onarıma tanıklık eder[61]. Üst satırlarda söz edildiği üzere, 1739 ile 1778 yılları arasında İzmir’de kayıtlara geçen bir depremin bulunmayışı, 1772 tamirinin küçük ölçekli olduğunu düşündürür. Ancak kalenin kötü durumu 1780 yılında kente gelen seyyah Gouffier’in satırlarına yansımıştır. Depremlerin sebep olduğu kentteki toprak çökmelerinden de bahseden bu anlatı, 1778 İzmir depreminden Sancak Kale’nin etkilendiğini düşündürür[62]. 1807 yılında kalede yeni yapılan tabyalara ayan tarafından top, tüfek ve mühimmat istenmesi, olasılıkla 18. yüzyılın sonu veya 19. yüzyılın başında, kalenin bir onarım daha geçirdiğini belgeler[63]. İlginçtir ki yeni eklenen tabyalarıyla 19. yüzyıl başında bir fiil kullanımda olduğu anlaşılan Kale, 1815 yılında kente uğrayan seyyah Turner’ın satırlarındaki harap vurgusu ile dikkat çeker[64]. 1819 tarihli bir arşiv kaydı da yapının onarıma muhtaç durumunu doğrular. Kale’nin harap surları ve top döşemeleri ile diğer ayrıntıları için keşif yapılmasını talep eden belge, Sancak Kale’nin emsali olan Semendire Kalesi’yle kıyaslanarak onarım masrafları için devlet bütçesini koruyan bir hesaplama yapılması, masrafın İzmir ahalisinden veya İzmir reayasından karşılanması bilgilerini içerir[65].
1810’lu yıllarda oluşan bu hasarın sebebi bilinmese de yaklaşık iki yıl sonra 1821 yılının Mayıs ayında, söz konusu tahribatın tamir keşfi için Mimar Mehmed Emin Efendi görevlendirilir[66]. Aynı yılın eylül ayında Kale tamiratının bittiği ve İzmir Muhafızı Vezir Hasan Paşa’nın açık kalan13 mazgal için 13 top istediği bilgisi mevcuttur[67]. Anlaşıldığı kadarıyla Kale, 1821 yılının sonlarında yeniden işler duruma getirilmiştir. İlginçtir ki 1824 yılında İzmir’e uğrayan seyyah Osten tarafından yapı yeni kale olarak nitelendirilmiş ve aşağıdaki satırlarda değinileceği üzere, dikkat çeken kavisli duvar vurgusunun da yer aldığı, ayrıntılı bir mimari tarif yapılmıştır[68]. Osten’ın ayrıntılandırdığı Kale’nin bu yeni mimarisi, Seyyah Conder’ın (1824) kaleminde “modern bir kale” şeklinde ifade bulmuştur[69]. Yapı, 1826 yılında Seyyah Maria Myller’in gözünde hala yeni bir kaledir[70].
Üst satırlarda söz edildiği üzere, 15 Haziran 1828 tarihinde İzmir’de birçok binaya hasar veren bir deprem daha yaşanır[71]. Kale’nin bu deprem sonrası durumuna ait bir bilgi bulunmasa da, onarım isteğine yönelik 31 Temmuz 1828 tarihli kayıt, yapının bu depremde ciddi hasar aldığının adeta sözcüsüdür. “…hendese ve istihkâmata vakıf bir de mühendis halifesinin tayini lazım geldiği…” isteği ile yine Mehmed Emin Efendi’ye ihale edilen bu onarımın öncekilerden kapsamlı olduğu anlaşılır. İzmir limanının korunması bu Kale’ye mahsus olduğu için vakit geçirmeksizin inşa, tamir ve takviyesinin tamamlanmasını isteyen belge, sur dışına hendek kazılmasına ve tabya inşa edilerek kalenin güçlendirilmesine dikkat çeker[72]. İlginçtir ki 1657 tarihinden itibaren tüm arşiv belgelerinde Sancakburnu Kalesi ismiyle anılan yapı, bu tamirattan itibaren belgelerde Yeni Kale şeklinde anılır olmuştur. Yapı açısından Yeni Kale tanımlaması, depremde oluşan hasar ile sonrasında gerçekleşen bu ciddi onarımın en önemli kanıtıdır. Yaklaşık bir yıl süren bu onarımın 1829 yılının 16 Temmuz’unda tamamlanmak üzere olduğu kayda geçen bir belge aracılığı ile öğrenilir[73]. Araştırmacılar tarafından da Sancak Kale’nin 1829 yılında kapsamlı bir tamirat gördüğü ayrıntı verilmeksizin kabul edilmiştir[74].
Yeni Kale’ye yeni topçular atandığına dair 1833 tarihli belge ile Yeni Kale için gerekli olan askerî araç, gereç ve mühimmatın hazırlanıp hızla gönderilmesi konusunu içeren 1837-38 tarihli bir diğer belge, Kale’nin 1830’lu yıllarda kullanımda olduğunu kanıtlar[75]. Ancak bu yeni yaşam da uzun soluklu olamamıştır. İzmir’de 1842-1854 yılları arasında büyüklü küçüklü 84 deprem yaşanır[76]. Bunlar içerisinde, öncelikle 1846 depreminin İzmir’de hasara neden olduğu bilgisi günümüze ulaşmıştır[77]. Ancak 1842-54 depremleri içerisinde en etkili olanı 3 Nisan 1850 (H 20.05.1266) tarihli Kemalpaşa merkezli depremdir. İzmir Körfezi’nin batı bölümünü etkileyen bu depremde Yeni Liman Kalesi’nin bir kısmı yıkılmıştır. 12 Mayıs 1852 yılında gerçekleşen bir diğer sarsıntıda ise kıyıyı sular altında bırakan denizaltı dalgalarının yaşandığı bilinir[78]. İlginçtir ki 1868 tarihli bir belgede Kale’de kalan askerlere ait olduğu özellikle vurgulanan kale içerisindeki harap koğuşlar ile vaktiyle bina edilmiş mühimmat ambarının tamiri istenmektedir[79]. Bir sonraki bölümde ayrıntılandırılacağı üzere yapının günümüze ulaşan 1840 tarihli planında isimleri üzerinde yazılı olan bu mekânların konumu, 1850 depreminde Kale’nin yalnız doğu kısmından hasar aldığını gösterir. Bu bilgi doğrultusunda, kuzey ve batı olmak üzere deniz tarafından sağlam durumda olduğu anlaşılan kale için 1853 yılında İzmir’e uğrayan seyyah Theodor Fliedner “küçük, beyaz bir kale bizi karşıladı” demektedir[80]. Ardından, 1860’ta seyyah Scherer, yapının güçlü toplarına karşın mimari anlamda zayıf bir kale olduğu düşüncesini paylaşır[81]. Akabinde ise gezgin Van Lennep, 1870’te yapıyı eski deniz kalesi olarak tanıtır[82]. 1870 tarihli bir diğer belgede de özetle, Yeni Kale’nin tamir edilebileceğinden dolayı Kadife Kale’nin onarımına, içerisine koğuş yapılmasına, top ve topçu yerleştirilmesine gerek olmadığı konusu dile getirilmiştir[83]. Birbirini doğrulayan bu bilgiler aracılığıyla yapının 1850 depremini takiben aldığı kısmi hasarla bir süre kaderine terk edildiği söylenebilir.
Yeni Kale içerisinde 1882 yılında gerçekleştirilen bir hafriyat sırasında, ortaya çıkarılan 1881-82 tarihli mermer kitabe, 1870 yılındaki tamir talebinin ardından yapıda bir onarım girişiminin başlatıldığı bilgisini vermesi açısından önemlidir[84]. Ayrıca Kale’deki bonetlerden birinin üzerinde de 1887-88 tarihi yazılıdır[85]. 1885 yılında İzmir’e uğrayan seyyah William Cochran ise inşası devam eden yeni burçlardan bahseder[86]. Bu bağlamda İzmir’deki Yeni Kale İstihkâmı’nın inşasının tamamlanamadığı, bu durumuyla da tamamlanmasının mümkün olamayacağı, mevcut durumun bir an evvel saraya bildirilmesi gereğini bildiren 1888 tarihli belge önemlidir[87]. Söz konusu onarımın tamamlanma tarihi günümüz Kalesi’nin giriş kapısı üzerinde bulunan 1890-91 tarihli kitabe aracılığı ile öğrenilir[88]. Yine aynı tarihte mescidin de yenilenmiş olduğu kapısı üzerindeki 1890 tarihli kitabe aracılığıyla öğrenilir[89]. Görülüyor ki 1850’li yıllardan itibaren olasılıkla onarıma muhtaç şekilde uzunca bir süre bekleyen Kale, 1881-1891 yılları arasında uzun soluklu bir tamir süreci yaşamıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915’te beş günlük bir bombardımana maruz kalan İzmir’i başarıyla savunan Sancak Kale günümüzde çoğunluğu tabya duvarı durumundaki surları ve tabya mekânlarıyla hala ayaktadır. Mescid ise tabyalardan oluşan bu kalenin dışında, güneyinde bulunan düzlükte yer almaktadır[90].
Seyyah Anlatıları ve Günümüze Ulaşan Planlar Çerçevesinde Sancak Kale’nin Mimarisi
Bir önceki bölümde seyahatnameler ve arşiv belgelerinin birlikte değerlendirilmesi yapının inşa tarihi ve sürecini aydınlatırken, Sancak Kale’nin yıllar içinde değişim gösteren mimarisinin evreleri seyyah anlatılarının ve yapının günümüze ulaşan planlarının karşılaştırılması ile ortaya konur. Bu bağlamda Evliya Çelebi ile bazı Avrupalı seyyahların anlatıları yapının 1688 depremi öncesi ve sonrasındaki mimarisine yönelik önemli bilgiler verir. Kale hakkında en erken tarihli yapısal anlatı 1671 yılında İzmir’e gelen Evliya’ya aittir. Evliya, Sancak Kale’nin körfezin dar boğazında, kumluk düz bir alanda konumlandırıldığını söylediği Kale’yi, dörtgen şeklinde ve yedi büyük kuleli olarak tarif eder. Yapının güneyinde bir kapısı olduğunu, bu kapının 20 adım genişliğinde ve 100 adım uzunluğundaki bir hendek üzerinde bulunan üç asma köprü ile karaya bağlandığını ve köprünün başında bir lonca köşkünün varlığını dile getirir. Kale’nin denize bakacak şekilde yerleştirilmiş şayka toplarından bahseder ve bu topların deniz kıyısında, denize bakacak şekilde ve denize hâkim olarak sıralandığını söyler[91]. Kale’nin mimari özellikleri dışında Evliya, yapı içerisinde bir hünkâr camisi ile seksen avlusuz ve kiremit çatılı ev bulunduğundan bahseder[92]. Ayrıca kale kapılarının açıldığı tarafta küçük bir köy inşa edildiğini, bu köyle kale arasındaki meydanda ise suyunun güzelliği ile hayat veren, etrafı ağaçlarla çevrili bir çeşmenin varlığını dile getirir[93].
1675-76 yılında İzmir’e uğrayan seyyah J. Spon sadece duvarları ve küçük bir hendeği vardır diyerek Evliya’nın verdiği hendek bilgisini doğrular[94]. De Bryun’un 1678 yılı anlatısına göre de Kale kare şeklindedir ve etrafında küçük bir hendek vardır. Ayrıca kale duvarının dışında son derece büyük bir top bulunur[95]. Ardından seyyah Sandrart, yalnızca surları ile küçük bir hendeği vardır diyerek, 1687 yılı için de Kale’deki hendek bilgisini tekrarlar[96].
Evliya’nın ardından Sancak Kale’nin mimarisi hakkında kısa da olsa bilgi veren kişi 1678 yılında İzmir’de bulunan Galland’dır. Galland kare şeklinde ve iki kuleli olarak kısaca tanıttığı yapının denize karşı yerleştirilmiş duvarında demir kapılarla kapatılan 20 mazgal deliği bulunduğunu söyler. Galland ayrıca Kale’nin dışında, deniz kenarında taş gülle atacak şekilde hazırlanmış çok büyük bir toptan da bahseder[97].
Sancak Kale’nin ulaşılabilen en erken tarihli planı ise 1686 yılına aittir. İlginçtir ki 1685-1687 yılları arasında Gravier d’Ortières’e limanların denetimini kapsayan diplomatik bir görev verilmiştir. Bu süreçte denizcilik mühendisleri tarafından Osmanlı İmparatorluğunun önemli limanlarının planları da çıkarılmıştır. İşte bu görev esnasında Gravier’e eşlik eden mühendis Razaud ile 1686 yılında bu ekibe katılan biri mühendis, diğeri topçu subayı olan De Combes kardeşler Sancak Kale’nin plan rölövelerini hazırlamışlardır[98].
Bugün Paris Milli Kütüphanesi’ndeki De Combes kardeşlerin imzası bulunan 1686 tarihli planda Sancak Kale “Smirna Körfezi’nin Yeni Kalesi” şeklinde tanıtılmıştır (Görsel 1)[99]. Kale’nin 1688 depremi öncesi mimarisini vermesi açısından önemli olan bu planda yapı, yaklaşık kare olarak verilmiş, iç mekânına olasılıkla askerlere ait bölümlere işaret eden, biri daha büyük olmak üzere üç dörtgen blok yerleştirilmiştir. Kale köşelerdeki dördü büyük, doğu ve batı cephe ekseninde bulunan ikisi küçük olmak üzere 6 burçludur. Bu burçlardan kuzey cephe köşelerindekiler her yüzeyinde bir mazgalın bulunduğu sekizgen, güney cephe köşelerindekiler dörtgen, doğu ve batı cephe eksenlerindekiler ise yıldız biçimli payanda şeklindedir. Kale duvarlarında kuzeyde 3, batıda 6, doğuda 2 olmak üzere 11 mazgal bulunur. Kale’nin güney cephe eksenindeki giriş kapısı dikdörtgen şekilde dışa taşkın olarak plana yansımıştır. Giriş kapısının ön bölümünde, giriş cephesine paralel uzanan oldukça kalın bir duvar ile bu duvarın ekseninde olasılıkla içeri girişi sağlayan bir geçit bulunur. Kale’nin güneyindeki bu bölümün doğuda duvarı bulunmazken, denize bakan batı duvarında ise beş mazgal görülür. Her ne kadar doğusunda duvarı bulunmasa da adeta kaleye bitişik bir dış avlu olarak tasarlandığı anlaşılan bu bölümün güneyinde, Evliya’nın sözünü ettiği kalenin güneyindeki köy görülür. Köy, parseller etrafında sıralanan küçük dörtgenler şeklinde gösterilmişken, burnun coğrafi yapısı ‘U’ biçiminde şematize edilerek bu plana taşınmıştır.
Bugün Paris Millî Kütüphanesi’nde bulunan Gravier d’Ortières’e ait el yazmasında (Ms. Fr. 7176) Defeind de Smirne başlığı altında 26 numara ile karşımıza çıkan bir diğer Sancak Kale planı üzerinde “Limanın Girişini Koruyan Kale” ifadesi dikkat çeker (Görsel 2)[100]. Çizimin üzerinde kim tarafından yapıldığı bilgisi ya da imzası yer almasa da olasılıkla Gravier d’Ortières elyazmasında bulunması nedeniyle, Gravier’e eşlik eden mühendis Razaud’un elinden çıktığı düşünülür[101]. Kale’nin güney yönünde iki yandan dışa açılan duvarlarıyla dikkat çeken Razaud planı, düzgün olmayan dörtgen şekliyle De Combes planından farklılaşsa da burç sayısı, köşelerdeki burçların biçimi ve mazgalların cephelerdeki dağılımı ile büyük ölçüde bu planla örtüşür. Ancak burada, De Combes kardeşlerin çiziminde doğu ve batı cephe eksenlerindeki yıldız biçimli payanda benzeri kulelerin yerini ters T biçimli bir forma bıraktığı görülür. Ayrıca bu planda, kale girişindeki dış avlu mekânının oldukça kalın duvarı yerini, yine ekseninde kapı bulunan ince bir duvara bırakmıştır. Planda dikkat çeken önemli bir diğer nokta, kalenin kuzey duvarının dışı ile güneyindeki avlu mekânının batı duvarındaki bir mazgala birer top yerleştirilmiş olmasıdır. Plandaki topların bu gösterimi, De Bryun ve Galland’ın sözünü ettiği kale duvarı dışındaki büyük top verisiyle örtüşmesi nedeniyle önem taşır. Yapının bulunduğu burun yine ‘U’ biçiminde ancak girintili-çıkıntılı coğrafi dokusuyla, kalenin arkasındaki köy ise çeşitli boyutlardaki dörtgenlerden oluşan şematize edilmiş haneler şeklinde plana taşınmıştır.
Sancak Kale’nin 17. yüzyılın sonlarına ait olduğu tahmin edilen diğer planı, kroki tarzındadır[102]. Mimari ayrıntılar verilmemiş olsa da bu kroki ana hatlarıyla Razaud’un çizimiyle uyumludur. Krokide yapının en belirgin özelliği, güney yönünde dışa açılma yapan dörtgen planı ve kuzey cephe köşelerindeki çokgen/dairesel burçlarıdır. Burada da olasılıkla mazgal pencereleri gösteren açıklıklar kuzey ve batı duvar ile çokgen kulelere yerleştirilmiştir. Diğer iki planda olduğu gibi kalenin güneyindeki, Beyru tarafından da dış avlu olarak tanımlanan mekânın doğusunda duvar bulunmazken, güney duvarı ekseninde kapı, batı duvarında ise mazgal pencere açıklıkları görülür[103]. Ayrıca Kale’nin kara tarafındaki köy ile yapının bulunduğu burnun coğrafi yapısı, adeta Razaud’un planından kopyalanmışçasına, neredeyse birebir benzerlik gösterir.
Üzerinde tarih bilgisi bulunmasa da kayıtlarda 1700 tarihli olarak geçen Sancak Kale’nin bir diğer planı oldukça ilginç veriler sunar. Aziz Polikarp Kalesi Planı şeklinde isimlendirilmiş olan ve limanın girişini savunduğu bilgisini içeren çizime göre Kale, denize bakan kuzey cephesi yarım yuvarlak biçiminde sonlanan dikdörtgen bir kurguya sahiptir (Görsel 3)[104]. Kale’nin kuzey duvarı önünde yer alan bu dairesel cepheye dokuz mazgal yerleştirilmiş olup, bunlardan ikisinde top tasvirlerine yer verilmiştir. Kale köşelerdeki dördü büyük, doğu ve batı cephe ekseninde bulunan ikisi küçük olmak üzere 6 burçludur. Bu burçlardan kavisli kuzey cephe köşelerindekiler her yüzeyinde bir mazgalın bulunduğu altıgen, güney cephe köşelerindekiler dörtgen, doğu ve batı cephe eksenlerindekiler ise kare biçimli payanda şeklindedir. Yapıdaki diğer 6 mazgal ise batı cephesinde, altıgen burç ile payanda arasına yerleştirilmiştir. Kale’ye giriş güney cephesinin ekseninde bulunan bir kapı ile sağlanır. Giriş bölümünün iki katlı tasarlandığı, kapının iki yanında yer alan hacimler ile bu mekânlara çıkışı sağlayan merdivenlerin varlığından anlaşılır. Benzer şekilde, kuzeydeki düz duvarın eksenindeki kapının iki yanına yerleştirilen merdivenler de sur seviyesine ulaşımı mümkün kılar. Kale’nin bulunduğu burun şematize edilerek verilmiş olsa da plan, ana hatlarıyla Razaud’un çizimiyle örtüşür. Bu çizimdeki kavisli cephe tasarımı, üst satırlarda değinilen 1688 depremi öncesine ait planlardan belirgin biçimde ayrışmakta olup bu farklılaşma yapının söz konusu deprem sonrasında geçirdiği müdahalelere işaret eder. Kuzey cephede yer alan eğrisel kurgu, arşiv belgeleri ve seyyah anlatılarında bu cephede bulunduğu sıklıkla vurgulanan topların, geniş bir atış açısıyla cepheye daha hâkim biçimde konumlandırılmasını mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla bu plan, yapının savunma işlevinin güçlendirilmesi bağlamında, deprem sonrası onarımında gerçekleştirilen mimari eklentilerin görsel ve işlevsel bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
1702 yılında İzmir’de bulunan Seyyah Tournefort’nun anlatısı da yapının 1688 depremi sonrası inşasına yönelik daha fazla bilgi vermesi açısından oldukça önemlidir. İlginçtir ki Tournefort, Evliya gibi her bir kenar uzunluğunun yaklaşık 100 adım olduğunu söylediği Kale’yi kare planlı olarak tarif eder. Ancak aşağıdaki satırlarda ayrıntılı değinileceği üzere Tournefort verdiği gravürde Kale’nin kuzey cephesini 1700 tarihli planda görüldüğü gibi dairesel fakat çok yüzeyli resmeder. Seyyah ayrıca dört basit burçla desteklenen Kale’nin ortasında kare bir kule bulunduğunu ve yapının mazgallı surlarına Çanakkale’dekiler kadar büyük topların yerleştirildiğini söyler[105]. Bu bilgiler, Evliya Çelebi’nin aktardığı ölçülerle örtüşmesi bakımından 1688 depremi sonrasında yapının ölçeğinde bir değişiklik yaşanmadığını düşündürse de, kalenin kuzeyde yer alan dairesel duvarı ve iç kısmında bir kuleye sahip olduğu yönündeki ifadeler, yapının mekânsal kurgusunda belirli farklılıkların bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Seyyah Thompson’un 1733 yılında verdiği bilgiler Tournefort’un verileri ile örtüşür. Yaklaşık 100 adım uzunluğundaki kare planlı kalenin dört burç ile desteklendiğinden bahseden Thompson da kalenin ortasında kare bir kule bulunduğundan söz eder. Farklı olarak seyyah Çanakkale’dekiler kadar büyük toplarının arabasız olduğunu da vurgular[106].
Askerî bir gezgin Prokeshvon Osten 1824 yılının Aralık ayında Yeni Kale’ye gittiğini söyler ve oldukça ilginç mimari ayrıntılar verir. Bu verilerin 1821 tamiratından sonraya ait olması önemlidir. Osten’in tarifine göre dikdörtgen biçimli kalenin kuzey duvarı kavislidir. Yüksek kale duvarları köşelerde birer ve doğu ile batı cephe eksenlerinde birer olmak üzere altı burçludur. Bunlardan kuzey cephe köşelerindekiler yuvarlak, diğerleri ise kare biçimlidir. Kavisli kuzey duvarın alt kısmında büyük sekiz top ile cephenin üst tarafında daha küçük toplar sıralanmıştır. Kale’nin doğu ve batı duvarlarının kuzey kısımlarında 20, güney kısımlarında 15 olmak üzere 35 top dizisi bulunmaktadır. Ayrıca Osten ilk olarak Tournefort’un sözünü ettiği kalenin içindeki kuleyi, surlardan daha yüksek, dört kuleli dörtgen bir yapı olarak tanımlar. Üstelik iç kale ya da askerî barınak olarak değerlendirdiği bu yapının mazgallarında da birkaç top bulunduğundan söz eder. Kavisli duvar ve kule dışında bir diğer ilginç veri, kanalı daha iyi kapatmak için yapının güneybatı köşesine toprak yığılmış olmasıdır. Üstelik bu toprak yığınının üzerinde iyi durumda olan 30 sahra topu bulunmaktadır[107]. Osten’in bu açıklamasıyla, üst satırlarda sözü edilen, ancak planlarda işaret edilmeyen kanal/hendek bilgisi tekrar gündeme gelir.
1829 tarihli büyük onarımın ardından kaleyi mimari anlamda tanımlayan bir anlatıya rastlanmamaktadır. Bu tarihten sonra seyyahlar yalnız Kale’nin Gediz ırmağının döküldüğü yerdeki sığlık nedeniyle körfeze girişin daraldığı noktada bulunan konumunu tarifleyerek toplarına vurgu yaparlar. Seyyah Hamilton (1835-36) ve Brewer (1850) Kale’deki kalibresi çok büyük birkaç toptan söz etmiş; Scherer (1860) ise yapıyı toplarla donatılmış Sancak Kale şeklinde tanıtmıştır[108]. Görüldüğü üzere kaledeki toplar Evliya’dan itibaren seyyahların ilgisini çekmiş ve birçok kere yapıdaki denize bakan konumlarıyla betimlenmiştir. Sözü edilen planlarda da mazgalların limana girişi kontrol edecek noktalarda bulunması, söz konusu anlatıların mimarideki karşılığıdır adeta.
19.yüzyılın başı itibariyle Sancak Kale hakkında mimari anlatılar kesilmiş olsa da Osten’ın ayrıntılı anlattığı plan şemasını günümüze taşıyan bir çizim Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde korunmuştur (Görsel 4)[109]. TSMA, E.9431/900-106-3 numara ile kayıtlı olan 1840 tarihli çizimin üzerinde “Hariciye duvarının tamiri ile mȃ-adȃ müceddeden inşa olunan İzmir’de kâin Yeni Kale’nin resm-i musattahıdır” şeklinde bir açıklama yer alır. Bu açıklama, söz konusu planın adeta baştan inşa edilen kaleye ait olduğunu belgelediği gibi bir dış duvar tamirinin varlığından da söz eder.
Diğer planlarda da olduğu gibi burnun uç kısmına konumlandırılan yapı, kuzey ve güney olmak üzere iki kısımdan oluşur. Burnun kuzey ucunda yer alan dikdörtgen planlı ve altı burçlu ilk kısım yani Kale, içindeki mekânların isim ve işlevlerinin üzerine yazılı olduğu ayrıntılı bir plana sahiptir. Bu çizime göre Kale, kuzey-güney doğrultusunda düzgün dikdörtgen planlıdır. Dikdörtgenin burnun ucuna bakan kuzey duvarı, 9 yüzeyli, çokgen biçiminde dışa taşkın tasarlanmıştır. Planda her duvarına bir lumbarın yerleştirildiği çokgen cephenin ekseninde fener açıklaması bulunur. Daha çok sayıda topun farklı açılarda yerleştirilebilmesi için özellikle çokgen tasarlanmış olduğu anlaşılan bu dairesel ama çok yüzeyli cephe, iç kısımda düz bir duvarla sınırlandırılmıştır. Bu duvarın güneyine bitişik iki dikdörtgen mekândan doğudaki mühimmat ambarı, batıdaki ise sundurma olarak isimlendirilmiştir.
Yapı köşelerde birer, doğu ile batı cephe eksenlerinde birer olmak üzere altı burçludur. Bunlardan kuzey cephe köşelerindekiler, dört yüzeyli ve her yüzeyinde bir lumbar bulunan çokgen biçimleriyle diğer burçlardan farklılaşır. Bu iki burçtan doğudakine İzmir Burcu, batıdakine ise Sakız Burcu ismi verilmiştir. Boyutları değişiklik gösteren dörtgen biçimli diğer burçlardan güneydoğu köşedeki, üzerinde yer alan nota göre cephane olarak kullanılır. Bununla birlikte batı cephenin açık denize bakan kuzey bölümünde de beş lumbar dikkat çeker. Bu noktada özellikle vurgulanması gereken bu beş lumbarın önüne konumlandırılan dikdörtgen biçimli yükseltilerin top döşemeleri şeklinde adlandırılmasıdır. Topların lumbara yerleştirilebilmesini sağlayan bu yükseltilerin uç kısmı rampa şeklindedir ve planda yapıdaki tüm lumbarların önüne yerleştirilmiştir. Yapının dışa kapalı doğu cephe duvarı boyunca ikisi birbirine bitişik üç dikdörtgen mekân olup, bu mekânların her biri koğuş olarak tanımlanmıştır. İç mekânın ince bir duvarla ayrılmış güney batı köşesi ise zabit dairesi şeklinde adlandırılmış ve daire içerisinde depo, mutfak, çamaşırhane gibi farklı mekânlara özellikle işaret edilmiştir.
Kale’nin güney cephe ekseninde bulunan giriş kapısı üst satırlarda bahsi geçen avluya açılır. Bu bölüm, sözü edilen diğer planlardaki avlu mekânından çok daha büyük tasarımıyla fark yaratır. Kara kalem gölgelendirme tekniğiyle resmedilen bu bölüm, güney yönüne doğru dışa açılma yapan duvarları ve bu duvarların her iki ucundaki yarı dairesel dışa taşkın bölümleriyle dikkat çeker. Toprak dolgusuyla biçimlenen eğimli tasarıma sahip bu duvarlar, 1828 tarihli arşiv belgesindeki kale duvarı boyunca tabyalar inşa edilmesini salık veren emrin, 1840 planına yansıyan bu şekliyle yerine getirildiğini belgeler. İki yandan tabyalarla sınırlandırılan avlu güneyde ince bir duvar ve hemen önünde bulunan hendek ile son bulur. Tabyaların arasında kalan genişçe avlu alanının güneybatı köşesinde cami, su terazisi ve çeşme görülür. Çeşmenin genişçe avlunun ucundaki bu konumu ise Evliya’nın tarif ettiği kale ile köy arasındaki meydanda bulunan çeşmeyi hatırlatır.
Sancak Kale’nin günümüz yapısıyla örtüşen 1960 tarihli bazı fotoğrafları, tarihçi Öcal tarafından yayınlanmıştır[110]. Bu fotoğraflara ve günümüz durumuna göre artık yapı yalnız tabya durumundadır (Görsel 5-6). Alt kısmı taş örgü, üst kısmı toprak dolgu şeklindeki eğimli tabya duvarları, güneye doğru iki yandan açılma yapan ‘U’ şeklinde bir form oluşturur. Kuzey duvarı hafif dışa kavisli olan ‘U’ formunun iki yan duvarı, güney uçlarında içe kıvrılan birer yarı dairesel düzenlemeyle son bulur. Bu iki yarı dairesel düzenlemenin arasına ise tabyalara girişi sağlayan, 1890-91 tarihli kitabenin bulunduğu kapı yerleştirilmiştir. Yapının içerisinde, tamamı toprak damlı beden duvarları boyunca uzanan yarım yuvarlak ve kademeli düzenlemeleriyle dikkat çeken tabya mekânları/bonetler bulunur. Yapının orta kısmına yine toprak damlı bir bina konumlandırılmıştır. Kale’nin mescidi ise bu düzenlemenin dışında, güneybatı yönünde ve tabyalara belirli bir mesafe uzaklıktadır.
Yeni Kale olarak bilinen tabya şeklindeki günümüz düzenlemesi, Sancak Kale’nin mimari serüvenine son noktayı koymuş olsa da 1840 planında ayrıntılı mimari veriler içeren Kale gizemini korur. Ancak günümüz kalesinin hava görüntüleri bu gizemi aydınlatacak etkileyici veriler sunar. Bu görüntülere göre 1840 planındaki Kale’nin mimari yansıması adeta su altından göz kırpar. Burnun ucunda bulunan su altındaki duvar kalıntılarından, 1840 tarihli kale planının dairesel kuzey duvarı ile çokgen kuleleri rahatlıkla okunabilir (Görsel 6). Yapının batı ve doğu duvarları ise ortadaki dörtgen burçlara kadar su altında algılanmakta, buradan itibaren tabya şeklindeki Yeni Kale başlamaktadır.
Günümüz yapısı ile 1840 tarihli plandaki tabyalı bölüm arasında nasıl bir süreklilik olduğu sorusuna ise bazı mimari veriler cevap verebilir. Bu bağlamda mescidin tabya şeklindeki yeni kaleden uzak konumu önemli bir belirleyicidir. Hatırlanacağı üzere 1840 planında mescit, tabyalarla iki yandan sınırlandırılan genişçe avlunun güneybatısında ve hendeğin hemen yakınındadır. Hendek günümüze ulaşamamış olmakla birlikte hava görüntüleri hendeğin konumuna yönelik ipuçları barındırır. Burnun güneybatısında denizin adeta cetvelle çizilmiş gibi çok düzgün bir şekilde içeri doğru girdiği, ardından bir su kanalı şeklinde daralarak devam ettiği ve akabinde sonlandırıldığı görülür. Bu noktada ilginç olan, söz konusu kanalın düz bir şekilde devam ettirildiği takdirde, 1840 planında olduğu gibi, ince bir hat boyunca günümüz mescidinin hemen önünden geçerek burnun güneybatısından denize bağlanıyor oluşudur (Görsel 7). O hâlde mescidin günümüz konumu ve kısmen doldurulan hendek düşünüldüğünde, günümüz tabyalarının,1840 planındaki Kale ile tabyalı avlusunu ortalayacak şekilde bu yapıların üzerine, mescit dışarıda kalacak şekilde çok daha küçük boyutta inşa edildiği ortaya çıkmış olur.
Sancak Kale’nin Görsele Yansıması
17. yüzyıldan itibaren sıklıkla ziyaret ettikleri İzmir’e dair gözlemlerini aktaran seyyahların beraberindeki sanatçıların gravürleri ve kentte bir süre kalarak izlenimlerini yansıtan Oryantalist ressamların tabloları, tanığı oldukları imgeleri canlandırması açısından tarihi bir görsel belge niteliğindedir. Sancak Kale’yi de resmeden bu sanatçıların yapıtlarını bir önceki bölümlerde elde edilen veriler ile birlikte değerlendirmek, sözlü anlatıların görsel olarak doğrulanması ve böylece güvenilirliği yüksek bulgulara ulaşılması açısından önem taşır. Sancak Kale’nin ilk görseli İzmir’i 1678’de ziyaret eden gezgin ve ressam Cornel De Bryun’un gravürüdür (Görsel 8). De Byrun, seyahatnamesinde Smyrna ve liman manzarası olarak adlandırdığı gravürünün hikâyesine Smyrna körfezinin girişinde bulunan kalede demirlediklerini söyleyerek başlar. De Bryun, kalenin inşa hikâyesi hakkında birinci bölümde verilen bilgileri aktarır[111]. Gravüründe De Bryun, önceki bölümlerde yer yer bahsi geçen anlatımını destekler şekilde kaleyi körfezin en dar yerindeki burnun uç kısmına yerleştirir. Kale düz kumluk bir alanda oluşu, kareye yakın dörtgen şekli ile Bryun’un “gücünü sadece topundan alır” diyerek kalenin aslında mimari anlamda güçlü ve heybetli bir kuruluş sergilemediği yönündeki imasını yansıtan bir görünüm sunar. Kale’nin içinden yükselen minare ise Evliya’nın yapı içerisinde bir hünkâr camisi (kale mescidi) olduğu bilgisini destekler[112]. De Byrun’un Kale’nin denize bakan iki cephesine yerleştirdiği dikdörtgen şeklindeki mazgal delikleri, seyyahların denize hâkim bir şekilde kalede bulunduğunu söylediği topların varlığını ve konumunu kanıtlar. Gravürde kaleye yakın bir mevkide demir atmış gemilerin yer alması De Byrun’a ek olarak Tavernier, Covel gibi seyyahların da vurguladığı üzere ticaret gemilerine eşlik eden savaş gemilerinin İzmir limanı dışında kaleye bir top atışı mesafede bekledikleri bilgisini doğrular[113]. De Byrun ile aynı tarihlerde İzmir’de bulunan Galland’ın, seyahatnamesinde, İzmir Körfezi’ne demir atmak için gemilerindeki bir sandalı denize indirdiklerini ve böylece demiri daha uzak bir yere taşıdıklarını söylediği satırlar, de Bryun’un gravüründe görülen gemilere iple bağlanmış sandallar aracılığı ile can bulur[114]. Gravürün resimlendiği tarihte ve öncesinde İzmir’e gelen seyyahlar, Sancakburnu mevkiini sahilleri ağaçlarla kaplı, Kale civarında yaklaşık dokuz yüz elli kadar evin yer aldığı, kırlık, ağaçlık ve tarım arazilerine sahip bir yer olarak tanımlar[115]. Evliya’nın “Bu kalenin kıble tarafında büyük bir çayırlık, meydanda iki yüz kiremitli ev, bir cami, bir han, bir hamam ve on dükkândan oluşan yeni ve şirin bir kasaba” cümleleriyle daha ayrıntılı bir çerçeve içinde sunduğu bu yerleşim, gravürde Kale’nin güneyine çizilmiş kırma çatılı evler arasındaki bir cami, han, hamam, değirmen ve ağaçlarla izleyicilere yansır[116].
Bir önceki bölümde değinildiği üzere 1686 yılında Sancak Kale’nin planını hazırlayan De Combes kardeşler aynı tarihte, üst kısımda İzmir Körfezi’nin Girişindeki Kale, altta ise İzmir Şehrinin Bir Mil Açıktan Görünümü olarak adlandırdıkları iki bölümlü panoramik bir manzara resmetmişlerdir (PBN GE SH 18 PF 97 DIV P1) (Görsel 9). Bu manzaradaki Sancak Kale görünümü, burnun ucundaki deniz seviyesine yakın konumuyla seyyahların tanımlamalarına uyar. Resimde Kale’nin denize bakan batı cephesi görülür. Planda gösterilen bu cephedeki üç burç resimde de karşılığını bulur. Mazgalların batı duvarının alt seviyesine yerleştirilmesi, Tavernier’in seyahatnamesinde kalenin deniz seviyesine yakın, ateş eden büyük toplarla donatıldığını söylediği satırları görselleştirir. Burada ilginç olan De Combeslerin, yapının güneyine, planlarında da işaret ettikleri batı yönündeki avlu duvarını eklemiş olmasıdır. Altında yer alan açıklamada kalenin yakınındaki köy olarak adlandırılan küçük kasaba konumu, yapı türleri açısından De Bryun’un resmindeki kadar olmasa da camisi ve kırma çatılı evleri ile seyyah anlatılarıyla örtüşür. Kale ve kasaba arasındaki ağaçlık alan ise Evliya’nın seyahatnamesinde kasaba ile kale arasındaki ağaçlı bir meydan bulunduğu bilgisini doğrular.
De Combes kardeşler 1687 tarihinde çizdikleri İzmir Körfezi haritasında Sancak Burnu mevkiinde Kaleyi kare planlı dört kuleli olarak ardındaki kasaba ile birlikte şematik bir betimlemeyle yansıtırlar (PBN CPL GE SH 18 PF 97 DIV 5 P7) (Görsel 10).
Sancak Kale’nin 1688 İzmir depremi öncesi durumu hakkında bilgi veren bu görsel verilerin ardından, Tournefort’un 1700-1702 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Levant gezisine katılan ressam Claude Aubriet’in, İzmir ve çevresiyle ilgili gravürlerinden biri Sancak Kale’yi konu alır (Görsel 11). Bir bitki ressamı olan Aubriet’in Sancak Kale gravürü, seyahatnamedeki diğer çalışmaları gibi ayrıntılı ve titizlikle hazırlanmıştır[117]. Bu bağlamda, Tournefort’un anlattığı gibi bir burnun ucuna, düz bir alana konumlandırılmış yaklaşık kare planlı yapı, köşeleri ile doğu ve batı cephelerinin eksenine yerleştirilen kübik burçlarla desteklenmiştir. Bunun yanı sıra önceki gravürlerde düz olan kuzey cephe duvarının, 1700 tarihli planı yansıtır şekilde yedi yüzeyli çokgen bir kurguya dönüştüğü görülür. Cephenin seyyah anlatılarında olduğu gibi deniz seviyesine yakın mazgalları dikkat çeker. De Byrun dışında, Sancak Kale’nin önceki görsel verilerinde yapının camisine görsel bir dille vurgu yapılmazken Aubriet, Kale’nin içine tepesinde alem bulunan kırma çatılı bir cami yerleştirir. Böylelikle Evliya’nın Kale içinde cami bulunduğu bilgisi doğrulanır. Kale’nin güney cephesinin ortasındaki yine kırma çatılı yapı, Tournefort’nun Kale’nin içindeki kule bilgisini akla getirir. Bu mekânın çatısında dalgalanan alemli bayrak ise Chishul’un “Bu kale gerektiğinde Padişah’ın bayraklarının dalgalandığı yerdir” sözünü hatırlatır[118]. Aubriet’in bu çiziminde yapının kuzey cephesindeki çokgen kurgu ve caminin minaresiz olması, 1688 depremi sonrasında yapının kuzey cephesinin değişikliğe uğradığını ve depremde minarenin yıkıldığını düşündürür.
5 Mayıs 1750 yılında, dört İngiliz gezginin Napoli Körfezi’nden başlayan deniz yolculuğunun duraklarından biri İzmir’dir. Ziyaret edilecek antik eserlerin çizimi için geziye katılan mimar ve ressam Giovanni Battista Borra, bu yolculuğun anlatısına göre İzmir Körfezi’nin girişinde Smyrna Kalesi ile karşılaşır[119]. Borra resminde, Kale’nin kuzey cephesini kavisli bir duvar ve bunun köşelerindeki birer kare burç ile çizer. İzleyiciye batı cephesiyle birlikte tam karşıdan bakılan bir görüş açısıyla yansıtılan bu cephede doğu ucundaki burca eklenen bir kübik kuruluş daha dikkat çeker (Görsel 12). Bu farklılık dışında Battista Borra’nın resmi, köşelerinde ve batı cephesinin ekseninde yer alan birer burç, kalenin içindeki alemli kırma çatılı cami ve güney cephe eksenindeki kırma çatılı mekân/kule ve surlardaki deniz seviyesine yakın mazgallarıyla Aubriet’in yansıttığı kale görünümüne oldukça yakın bir kuruluş sergiler. Ayrıca Borra’nın kale içerisinde mescidi resmetmesi ile günümüz mescidindeki 1750-51 tarihli kitabenin aynı zamana denk gelmesi önemlidir. Böylece Kale’yi benzer şekilde resmeden iki ressamın verilerinin güvenilirliği doğrulanmış, Evliya’nın Kale içindeki cami bilgisi ise görsel bir dille vurgulanmış olur. Bunun yanı sıra kalenin ağaçlar, evler ve bir camiden oluşan bir yerleşim alanı ile çevrili olması ise Borra’nın geminin güvertesinden kente bakarken karşılaştığı manzaranın anlatıldığı satırları canlandırır. Yapının denize doğru uzanan bir burunda, kumluk düz bir zemin üzerinde yükselmesi seyyahların yapının konumuna ilişkin verdiği bilgileri destekler.
1828 yılının Şubat ayında İzmir’e gelen ve bir yıl kadar kentte yaşayan Fransız ressam Alexandre Gabriel Decamps’ın eserlerinden biri Smyrna’da Demirleme isimli çalışmasıdır[120]. Sancak Kale’yi konu alan tabloda yapının, surları sağlam olmakla birlikte atıl durumda olduğu, lumbar ağızlarının yarı seviyesine kadar sulara gömüldüğü görülür (Görsel 13)[121]. Kale’nin hâli ve güney cephesinde konumlanmış çadırlar, kale ve civarının yakın zamanda gerçekleşen bir depremden etkilendiğini, çevre sakinlerinin ya da kale personelinin bu çadırlarda konakladıklarını gösterir[122]. Nitekim İzmir’de çok sayıda evi hasara uğrattığı söylenen 15 Haziran 1828 tarihli bir deprem kayda geçer.
Decamp ile yaklaşık aynı zamanlarda İzmir’de bulunan bir başka Fransız ressam Antoine Alphonse Monfort, 1828 tarihli bir çalışmasında Sancak Kale’yi Decamp gibi depremin yapı üzerinde yarattığı etki açısından yansıtır (Görsel 14)[123]. Her iki ressamın sunduğu verilere göre yapı 1828 yılında Aubriet ve Borra’nın da resmettiği şekliyle ana hatlarını korur. Ancak anlaşılan deprem Kale’nin mescidinin yıkılmasına neden olmuştur.
Sancak Kale, 1830-1880 yılları arasında İzmir limanına uğrayan gemileri tasvir eden deniz ressamı Raffaele Corsini’nin tablolarında da birçok kez betimlenir[124]. Sanatçının 1833 tarihli bir tablosu, yapının 1829 onarımı sonrasında değişikliğe uğramadığını, ancak Decamp’ın resminden de anlaşıldığı üzere 1828 depreminde yıkılan mescidin kale içerisinde yeniden ayağa kaldırılmadığını görsel bir dille anlatır (Görsel 15).
Önceki satırlarda da vurgulandığı üzere, 1850’de gerçekleşen Kemalpaşa merkezli depremde doğu kısmı hasar gördüğü bilinen Sancak Kale, İngiliz Kraliyet Donanmasında görevli Richard Copeland tarafından hazırlanan 1860 tarihli bir İzmir limanı haritasında küçük bir alana, üzerine düşülen nota göre Edward Radclyffe (1809-1863) tarafından yapılan bir gravürde ve Copeland’in 1892’de eklemeler ve düzeltmeler yapılarak bir yıl sonra yeniden yayınlanan Sakız adası ve İzmir Körfezi haritasında yer alan bir başka gravürde belirir (Görsel 16-17)[125].
Sancak Kale son kez I. Dünya Savaşı’nda 5-9 Mart 1915 tarihlerinde gerçekleşen İzmir bombardımanında Kale’ye düzenlenen saldırının betimlendiği bir tabloya konu olur (Görsel 18). Bu harekâtta kullanılan üç zırhlıdan biri olan Euryalus savaş gemisinde görevli bir ressam tarafından yapıldığı söylenen resim, Kale’nin savaş sırasında kentin savunmasında üstlendiği rolü gözler önüne serer[126]. Sözlü kaynaklar Yeni Kale, diğer adıyla Hamidiye birliğinin Kale’den Urla’ya kadar olan bölgeyi korumakla yükümlü olduğunu bildirir. Nitekim dönemin gazeteleri “Kale ne kadar mert ise, İzmir de o kadar çalışıyor” sözleriyle Sancak Kale’nin bu görevi hakkıyla yerine getirdiğini dillendirir[127].
Sonuç
Seyahatnameler, arşiv belgeleri, planlar, haritalar ve görsel belgelerin sunduğu veriler sonucunda, bulunduğu Sancakburnu mevkiinden dolayı Sancak Kale ismini aldığı anlaşılan yapının varlığına ilişkin ilk tanık 1653’te İzmir’i ziyaret eden gezgin D’Arvieux’dur. 1654 İzmir depreminde zarar gördüğü anlaşılan yapı seyyahların da sıklıkla vurguladıkları üzere Venedik ve Osmanlılar arasındaki Girit Savaşı’nın bir evresi olan 1656 tarihli Çanakkale Deniz Muharebesi nedeniyle İzmir Körfezi’nin girişinde giriş ve çıkışları kontrol altına alarak güvenliği sağlamak gerekçesiyle Köprülü Mehmed Paşa tarafından hemen ayağa kaldırılmış olmalıdır. Köprülü Mehmed Paşa’nın aynı dönemlerde mevcut kaleleri onarttığı ve kilit noktalara yeni kaleler inşa ettirdiği ve tüm saray destekli kalelerde olduğu gibi inşasında bir kapıcı başının görevlendirildiği düşünüldüğünde, sadrazamın Sancak Kale’nin de hamiliğini üstlendiği görüşü anlam kazanır. Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye’sinin 1554-55 ve 1569 tarihli birinci telifinde Sancakburnu mevkiine sonradan eklenen ve kaleye işaret eden 1655-56 tarihi ve yapının 1657 tarihli inşa belgesi, Sancak Kale’nin 1654 depremi sonrasında 1656-57 yıllarında yeniden ayakta olduğunu kanıtlar. Seyyahların sıklıkla vurguladıkları üzere yapının gücü, dolayısıyla askerî anlamda üstlendiği kontrolörlük görevi deniz seviyesine yakın yerleştirilmiş toplarından ve kuzey cephede yer alan içine bir insanın sığabileceği ölçüde olan büyük toptan gelir. Köprülü Mehmed Paşa’nın oğlu Fazıl Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yapı askerî önemini sürdürür. Girit fethi arifesinde Paşa’nın İzmir’i üs olarak kullandığı ve burada büyük bir donanma hazırlattığı bilinir[128]. Fazıl Ahmet’in Girit fethinin ardından oradan getirttiği topları Sancak Kale’ye yerleştirmesi ve Avrupalı seyyahların verdiği bilgilerden hareketle bu kalenin tüm hatlarıyla hizmete girdiği dönemin 1668 yılı sonrası olması Fazıl Ahmet Paşa’nın Kale’ye olan katkılarını ortaya koyarken Evliya Çelebi’nin verdiği 1666 tarihini de anlamlandırır. Muhtemelen 17. yüzyılda İzmir’in Doğu Akdeniz ticaretinde üstlendiği kilit rol çerçevesinde kentte ticari anlamda bir imar faaliyeti başlatan Fazıl Ahmed, Kale’nin ticari anlamda da İzmir için bir üs olmasını sağlar[129]. Nitekim seyyahların sıklıkla vurguladığı üzere İzmir’e gelen ticaret gemileri, Gediz deltasının oluşturduğu sığlık nedeniyle Kale’nin yakınından geçmek durumunda olduğu için vergi denetimini aşamaz. Kale’yi topla ya da bayrakla selamlama ritüeli eşliğinde İzmir Limanı’na giriş yaparlar.
Depremler Sancak Kale’nin yüzyıllar içindeki değişimini ve sayfalarca süren inşa hikâyesini şekillendiren önemli bir etkendir. Bu bağlamda yapı geniş çaplı onarımlara bağlı üç ana inşa/değişim evresi geçirir. Bu evreler şöyle tarihlendirilebilir: 1656-1688 yılları arası yapının 1. dönemi, 1688-1821 arası 2. dönemi, 1821-1892 arası 3. dönemi olarak adlandırılabilir. İlk inşa döneminde yaklaşık kare planlı olan Kale’nin denize bakan kuleleri sekizgen planlıdır ve sur içerisinde bir mescidi bulunur. 1688 İzmir depremi Sancak Kale için eşik noktalarından biri olur. 1688 depremi sonrasında kaleyi betimleyen sanatçı gravürleri ve seyyah anlatılarına göre, kalenin önceden düz olan kuzey duvarı, deniz yönünde mazgallarla donatılmış dairesel bir duvarla takviye edilmiştir; içinde bir kule vardır ve camisi de hala ayaktadır. 1750-51 tarihli mescit kitabesi ile yapıyı aynı tarihte resimleyen Giovanni Battista Borra’nın Kale’nin ortasında bir mescide yer vermesiyle bu veri desteklenir. Kale’yi etkilediği bilinen 1778 depremi sonrasında tabyalar eklenen ve çeşitli onarımlar geçiren yapı 1821’de bir kez daha tamir görür. Bu son müdahalenin yapıda yarattığı değişiklik 1824’te İzmir’de bulanan Osten’ın satırlarından okunur. Buna göre yapı kavisli kuzey cephesini korur, hala altı burçludur, kuzey cephenin iki ucundaki sekizgen burçlar yuvarlaklaşır ve kalenin ortasında surlardan daha yüksek, dört kuleli dörtgen bir yapı bulunur. Anlaşılan 1778 depremi Kale’nin içindeki mescidin yıkılmasına neden olmuştur. Yapıyı 1828 İzmir depremi sonrası resimleyen Decamp ve on yıl sonra betimleyen Alphonse’nun görsel sunumları yapının 1821 onarımı sonrası durumunu koruduğunu ve yıkılan mescidin yerine 1829 onarımında da yenisinin yapılmadığına işaret eder. Nitekim Sancak Kale’nin Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde bulunan 1840 tarihli planı, yapının dış duvarları açısından Osten’ın anlattığı şekliyle bu yıla ulaştığını gösterir. Ancak kale ile ilgili birçok bölümün ayrıntılarıyla işlendiği ve not edildiği planda yapının ortasında Osten’ın varlığından bahsettiği dört kuleli dörtgen kuruluşun yer almadığı gözlenir. Decamp ve Antoine Alphonse’nun resimlerinde de yer almayan bu bölüm eğer varsa bile 1828 depreminde yıkılmış olmalıdır
Yaklaşık kare planı ve denize bakan kuzeydekiler çokgen olmak üzere dört köşe kulesiyle yapının ilk dönemi, daha küçük ölçekli olmakla birlikte, Çanakkale Çimenlik Kalesi/Kale-i Sultaniye (1452) ile mekân tasarımı açısından benzerlik gösterir. Sancak Kale’nin sekizgen burçları Köprülü Mehmed Paşa’nın kontrolünde inşaatı tamamlanan ve yapı ile yaklaşık aynı tarihlerde inşa edilen Çanakkale Boğazı’nın girişindeki Seddülbahir (1657) ve Kumkale (1657) kalelerinin çokgen burçları ile uyumludur. Bununla birlikte Sancak Kale’nin ikinci inşa döneminde yapıya eklenen kule, Kale’nin Çimenlik Kalesi ile olan bir diğer benzer yönüdür. Sancak Kale’nin ikinci dönemine ve 1840 tarihli planı ile belgelenen 2 ve 3. dönemine ait dikkat çekici bir özelliği, denize bakan cephesinin kavisli tasarımıdır. Deniz kaleleri düşünüldüğünde kavisli cephe uygulaması yine Çanakkale’de karşımıza çıkar. III. Selim Dönemi’nde (1789-1807) inşasına başlanan Nara Kalesi (1789-1819) geç tarihli olsa da bu tasarımın özel örneklerinden biridir. Sancak Kale’nin 3. döneminde kavisli cephenin köşelerindeki sekizgen kuleler yerini dört cepheli çokgen burçlara bırakır. Bu kulelerin tasarımı ise Çanakkale Hızr-ül Bahir/Babakale (1728-29) Kalesi’nin denize bakan beş cepheli burçları ile benzerlik gösterir[130]. Mekân kurgusu ve mimari elemanların tasarımı açasından benzeşen bu kaleler, Ege Denizi kıyılarında deniz trafiğini kontrol altına alarak güvenliği sağlamak ve vergi denetimi ile deniz ticaretini düzenlemek adına 15. yüzyılda başlayan ve ağırlıklı olarak Köprülü Mehmed Paşa’nın denetiminde devam ettirilen bir imar faaliyeti yürütüldüğünü ve Sancak Kale’nin de bu sürecin bir parçası olduğunu ortaya koyar.
Sancak Kale’nin mimari serüveni, 1840 planında görüldüğü üzere yapıya kale duvarı boyunca güney yönünde uzanan tabyaların eklenmesiyle devam eder. 1850 Kemalpaşa depreminde doğu kısmı hasar alan ve arşiv belgelerine göre 1870’e kadar kaderine ter edilen kalenin onarımı, günümüz Kalesi’nin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre 1890-91’de tamamlanır. Ancak Sancak Kale’nin tabyalar, bir mescit ve çeşmeden oluşan bugünkü durumu 1840 planındaki Kale’nin günümüze ulaşmadığını gösterir. Yapının hava görüntülerinden anlaşıldığı üzere, 1840 planındaki Kale ve tabyalı avlusu muhtemelen 1870’ten sonraki bir süreçte sular altında kalmıştır. Günümüz tabyaları ise Kale ve avlusunu ortalayacak şekilde bu yapıların üzerine, daha küçük boyutta inşa edilmiştir. Cami ise Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde kalenin güneyindeki köy ile kale girişi arasında yer aldığı vurgulanan ağaçlıklı meydanda bulunan çeşmenin yanına taşınarak yeniden inşa edilmiş ve muhtemel bir hafriyat sırasında bulanan 1750-51 tarihli eski mescit kitabesi bu yapıya taşınmıştır. Sancak Kale’nin yazılı ve görsel verilerin çakıştırılması sonucunda, birbirini desteklediği ve doğruladığı görülen bulgularla elde edilen bu tarihsel ve mimari serüveni 1915’te I. Dünya Savaşı’nda da izlenir. İzmir bombardımanına son şekliyle karşı koyan Sancak Kale, günümüzde stratejik konumu nedeniyle askerî bölge sınırları içinde kalarak halen İzmir’in tarihindeki gizli bir kayıp mimari miras olarak varlığını sürdürmektedir.
Kısaltmalar
BUB: Bologna Biblioteca Universitaria di Bologna
İKK: İstanbul Köprülü Kütüphanesi
İSK: İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi
PBN: Paris Bibliothéque Nationale de France